Tarihin Gördüğü En Acımasız Seri Katilleri Netflix’de İzleyin…

Son aylarda Netflix’in en çok ilgi gören yapımlarından biri Dahmer. İngiltere’nin en ünlü seri katillerinden biri olan Jeffrey Dahmer’in hikayesinin anlatıldığı belgesel ilginizi çektiyse, sizler için seçtiğimiz dünyadaki seri katillerin hikayelerinin ilk ağızdan anlatıldığı, döneme ait belgeler ve tanıklarla dolu Netflix belgesellerini izlemenizi tavsiye ederiz…

 Bir Katilin İfadeleri: John Wayne Gacy

  Amerika tarihinin en ünlü ve en çok cinayet işleyen seri katillerinden biri John Wayne Gacy. 1942 yılında Chicago’da orta halli bir ailenin tek erkek çocuğu olarak doğan Gacy’nin, annesi ve ablalarıyla her zaman iyi bir ilişkisi olsa da, alkolik ve otoriter babasından her zaman şiddet görmüş ve babası tarafından asla sevildiğini hissetmemiştir. Öyle ki; babası yine kendisini suçlu bulur korkusuyla, aile dostları tarafından evlerinin yakınındaki bir kulübede defalarca kez cinsel istismara uğramış olsa da ses çıkaramaz. 11 yaşında iken geçirdiği bir kaza nedeniyle 16 yaşına kadar geçici bilinç kayıpları yaşar ve eğitim hayatını yarıda bırakmak zorunda kalır.

  Chicago’dan Las Vegas’a taşındıktan sonra bir morgda çalışmaya başlar, ancak bir gün kendini ölü bir erkek bedeninin üzerinde bulduğunda şoka uğrar ve Chicago’ya geri döner. Burada normal bir hayat sürmek isteyen Gacy, evlenir, çocukları olur ve kayınpederinin sahibi olduğu KFC’ de müdür olarak çalışmaya başlar. Hayır kurumlarında çalışan ve çevresi tarafından takdir görmeye başlayan Gacy, bir gün erkek bir çalışanını taciz ettiği iddiasıyla hapis cezası alır, hayatı bundan sonra eskisi gibi olmaz ve karısı ve çocukları bir daha göremeyeceği şekilde hayatından çıkar.  Hapisten çıktıktan sonra, lisede bir dönem sevgili olduğu arkadaşı ile evlenen Gacy, tekrardan çalışmaya başlar, hayır kurumlarında hasta çocuklar için palyaçoluk yapar. Gacy’nin, bu dönemde de eşcinsel deneyimleri olur, karısının da bundan haberi olur. Karısının evde bulduğu eşcinsel dergiler, Gacy’nin eve getirdiği erkekler yüzünden evlilikleri son bulur. Ayrıca bu dönemde kaybolan genç bir erkeğin gördüğü son kişinin Gacy olması ve Gacy’nin geçmişteki sicilinden dolayı tüm gözler onun üstünde olur ve Gacy’nin evinde yapılan incelemede bu gence ait eşyalar bulunur.

  John Wayne Gacy’nin evinden 29, Gacy’nin söylediği Des Plaines Nehri’nden de 4 erkek bedenine ait kemikler ve kişisel eşyalar bulunur. Kurbanlarını genel olarak 15- 25 yaş aralığındaki genç homoseksüel/ heteroseksüel erkeklerden seçen Gacy, tüm cinayetlerini kendi evinde işler. Kurbanları çeşitli bahanelerle evine davet eden Gacy, onlara önce bir içecek verir veya film izletir, sonrasında çeşitli cinsel fantezilerini gerçekleştirmesi için zorlardı. Kurbanlarını sihir gösterme numarasıyla kelepçe ile bağladıktan sonra onlara tecavüz eder, işkence eder ve boğarak öldürürdü. 1980 yılında ABD tarihinde bir kişinin işlediği en çok cinayetten idama mahkûm olmasına karar verilen Gacy, idam tarihi gelene kadar hücresinde resim yapar ve yeteri kadar temsil edilmediğini düşünüp hukuk kitapları okur. Sadece 2 kişinin ölümüne suç ortaklığı ile suçlanabileceğini ve kimseyi öldürmediğini iddia eden Gacy’nin infazı tüm ülkede sevinçle karşılanır.

   Netflix’de izleyebileceğiniz Gacy’nin hikayesinde, hem kendi ağzından yaşadıklarını, itiraflarını, inkârlarını hem de kurbanlarının ve döneme tanık olanların ifadelerini izleyebilirsiniz. Ayrıca döneme ait belgeler, Gacy’nin cinayetlerini işlediği ev ve hayatından fotoğraflar ve videolar da belgeselin içeriğinde…

Hindistan’ın Azılı Katilleri:  Bir Katilin Güncesi

  Netflix’de serinin ikincisi olan bu belgesel şaşırtıcı ve çarpıcı. Belgesel bittiğinde bir süre kendinize gelemiyorsunuz baştan söyleyelim…

  Yerel bir gazetecinin aniden ortadan kaybolması ve parçalanmış bedeninin bulunması ile tüm gözler onunla son kez görüşen kişi olması dolayısıyla baş şüpheli olan Ram Niranjan üstüne doğrulur; ancak Niranjan bu davada delil yetersizliğinden dolayı beraat etse de, polis evde arama yaptığında şüpheliye ait bir günlük bulur ve içinde buldukları, davayı artık bir cinayet davasından, Hindistan’ın seri katillerinden birinin davasına dönüştürür.

  Katilin ifadeleri, köyünde yaşayan insanlar ve çocuklarıyla yapılan röportajlar, döneme ait görüntüler… Sarsıcı, etkileyici, çarpıcı… Bu kelimelerin tam karşılığını izleyebileceğiniz bu belgeseli şiddetle tavsiye ederim.

Sam’in Oğulları: Şeytani Tarikatın İzinde

   1970li yıllarda işlenen cinayet ve yaralama suçlarından sorumlu tutulan David Berkowitz’in hikayesinin anlatıldığı belgesel, bir seri katil belgeseli olmasının yanı sıra, bu cinayetleri işleme nedeninin gösterildiği bir tarikatın olduğu varlığına da değiniyor.

  Kurbanlarını önce izleyen David, genelde kadınları veya çiftleri seçer. Olay yeri olarak da sokaklar veya arabalarının içinde yakalar kurbanlarını. Cinayetlerini 44 Kalibre Bulldog silahla işlediği için “44 Kalibre Katili” olarak anılsa da, bir cinayetinden sonra arabaya bıraktığı “ Ben Sam’in oğluyum.” notuyla artık “Sam’in Oğlu” olarak anılmaya başlanır. Geçmişindeki bazı travmalardan dolayı kadınlardan nefret eden David Berkowitz, yakalandığında sadece 22 yaşındadır.  Bir otopark cezası yüzünden yakalanan Berkowitz, cinayetleri işlediğini itiraf edip, onu cinayeti komşusu Sam’in, köpeğine verdiği talimatlar yoluyla aslında kendisine bu cinayetleri işlemeye sevk ettiğini söyler. Gazetelere yolladığı mektuplardaki şifreler ve mektubun altındaki satanizmi andıran semboller ise işin başka türlü olduğunu gösterir. 

 Gazeteci Maury Terry, Berkowitz’in bu işte tek başına olmadığını düşünür ve mektuplardaki şifrelerden ve sembollerden de yola çıkarak konuyu derinlemesine inceler. Hatta kimilerine göre takıntı haline getirir. Öyle ki;  90lı yıllarda cinayeti tek başına işlemediğini söyler Berkowitz. Maury Terry’nin David Berkowitz ile yaptığı röportajlar, David Berkowitz’in ifadeleri, satanizm ile ilgili açığa çıkarılan gerçekler, döneme ait görüntü ve açıklamalar… Halen aydınlatılamamış bu cinayet dosyası ilginizi çekecek!

Unabomber- In His Own Words

  Dahi bir seri katil nasıl mı olunur? Cevap: Ted Kaczynsk. Amerikalı matematik profesörü ve eski bir akademisyen olan Kaczynsk gayet sağlıklı bir çocukluk geçirir. Ailesi tarafından sevilen, derslerinde çok başarılı olan ve genç yaşına rağmen kazandıklarıyla çevresindeki pek çok kişiye gurur kaynağı olarak büyür Ted Kazcynsk. Matematiğe ve sayıları olan ilgisinden dolayı matematik profesörü olur ve daha 30 yaşına bile gelmeden akademisyenlik yapmaya başlar.

  Akademisyenlik hayatı devam ederken bir anda karar değiştirip, kazandığı para ile kendini herkesten izole edebileceği bir kulübede yaşamaya başlar. İlerleyen yıllarda, ABD’deki teknolojik gelişmelerin doğayı tahrip ettiğini ve geri dönülmez zararlara yol açtığını düşünmeye başlar ve bu fikrini desteklemesine örnek verebileceği kişi ve kurumlara, kulübesinde kendisinin hazırladığı bombalı paketler göndermeye başlar. Gönderdiği ilk paketler, insanları sadece yaraladığı için, Ted Kaczynsk öldürücülük gücü daha yüksek bombalar yapmaya başlar. Sonuçta 3 kişinin ölümüne 23 kişinin de yaralanmasına yol açan eylemler gerçekleştirir. Times ve Washington Post gibi gazetelere, yaptığı bombalı eylemlerin haklılığını ifade ettiği mektuplar yollar ve bunların yayınlanmasını ister, böylece eylemlerine son verecektir. Ted Kaczynsk’nin hesaba katmadığı ise, bu mektuplardaki üslubunun hiç de ummadığı biri tarafından fark edilip, kasabasında aniden yakalanacağı olacaktır…

Öldürme Güdüsü

  Seri katiller genelde tanımadıklarını öldürür diye biliriz değil mi? Peki ya kendi ailesini gözünü dahi kırpmadan öldüren 14 yaşında bir seri katilin hikayesine ne dersiniz?

  1986’da Kudüs’te ailesi tarafından çok sevilen, başarılı bir öğrenci olan gencin, hiçbir neden yokken bütün aile üyelerini onlar uykudayken piyade tüfeğiyle öldürmesini anlatıyor bu belgesel. Döneme ait görüntü ve röportajlardan, katilin avukatı ve tanıdıkları ile yapılan röportajlardan oluşan bu belgeselde, gencin nasıl bu kadar soğukkanlı ve adeta ruhu çekilmiş gibi hareket ettiğine şaşıracaksınız. Belirli bir cinayet nedeninin olmadığı ve gencin ifadesine göre “ yeşil bir canavarın” ona yap demesiyle işlediği cinayet nedeni size mantıklı gelmese de, nedenini siz de bulamayacaksınız.  Her bölümde çözülmesi gereken başka sorular ve belgesel bittiğinde devam eden başka sorular…

Katil Hemşire Nasıl Yakalandı?

    Listede film olarak geçse de aslında belgesel olan bir yapıt. Yine Netflix’de yayınlanan ve büyük ilgi gören, başrollerinde Jessica Chastain ve Eddie Redmayne’in yer aldığı  “The Good Nurse”  ise katil hemşirenin hayatını anlatıyor, onu da izleyin derim.

   Ölüm meleği olarak bilinen Charles Cullen, New Jersey’de 16 yıl boyunca farklı hastane ve yaşlı bakımevlerinde hemşirelik yapmaktadır. Eşi ile çeşitli anlaşmazlıklar yaşayan Cullen, genel olarak iş arkadaşları tarafından sevilse de, çalıştığı yerlerdeki onun nöbetçi olduğu zamanlara denk gelen ani hasta ölümleri dikkat çekmeye başladığı an işine son verilir; ancak bıraktığı hiçbir iş yeri bunu direkt Cullen yaptı diyemez. Son görev yerinde, beraber çalıştığı iş arkadaşının dikkati ve detaycılığı sayesinde yakalanan Cullen, önce suçunu inkar etse de sonrasında,  hastaların serumlarına ilaç vererek onların ölümlerine neden olduğunu itiraf eder. Neden yaptığına dair de kendince mantıklı açıklamaları vardır. Kendi ifadesiyle 40’a yakın kişinin ölümüne sebebiyet verdiğini söylese de, bu sayının aslında 400 civarı olduğu belirtiliyor ki; bu da ABD tarihinin en azılı seri katili olduğunu gösteriyor.

Yağmurluklu Katil: Kore’de Canavar Takibi

  2003-2004 yılları arasında 30’a yakın kişiyi çekiçle öldüren Yoo Young-chul, Seul’de o güne kadar görülmemiş bir korku ve paniğe neden olur…

  Seul’un zengin sınıfın yaşadığı semtte korkunç bir cinayete uyanır şehir. Kurbanlarını her ne kadar genel olarak bu semtten seçmiş olsa da zengin, yaşlı, genç, masöz, seks işçisi gibi her yaş, cinsiyet ve tabakadan insanı öldüren Yoo Young-chul, cinayet mahallinde bıraktığı ayakkabısının izleri, kullandığı cinayet aletlerindeki benzerlikler gibi nedenlerle başlangıçta bir cinayet vakasından, artık seri cinayetlere ve bir seri katilin varlığı sonucuna götürür polisleri. Evin etrafındaki kamera kayıtlarından yola çıkarak katili yakalamaya çalışan polisin eline hiç ummadığı bir anda düşer Yoo Young-chul ve suçunu hemen itiraf eder. Halk tarafından darp edilmemesi ve toplumda tanınmaması içinde sarı bir yağmurluk giydirilir ve maske takılır. Peki; ama Yoo Young-chul bu cinayetleri neden işlemiştir? Bazı kurbanlarını öldürdükten sonra neden acımasızca parçalamıştır?..

The Confession Killer

  The Confession Killer ABD tarihinde 400’den fazla genç kadına tecavüz ettikten sonra öldürdüğünü itiraf eden seri katil Henry Lee Lucas’ın hikayesini anlatıyor. Henry Lee Lucas da pek çok seri katil gibi ailesi tarafından sevilmeyen, cinsel istismara uğrayan biri olarak geçirir çocukluk ve gençlik dönemlerini.  İlk cinayetini 14 yaşındayken işleyen Lucas, özellikle annesine karşı büyük bir nefret duyar ve annesini öldürdükten sonra tecavüz eder. Kuzeniyle evlenir; ancak üvey kızlarına cinsel tacizde bulunduğu için bu evlilik boşanma ile sonuçlanır.

  Hapishanede tanıştığı Ottis Toole hayatını değiştirir. Toole, kurbanlarına tecavüz ettikten sonra etlerini yemeyi seven bir psikopattır. 1983 yılında kaybolan genç bir kadının cansız bedeni bulunduğunda ilk akla gelen kişi Henry Lee Lucas olur. Lucas, dışarıdan gören herhangi biri tarafından karar verme yetisinin tam olmadığının anlaşılıyor olmasına rağmen; o dönemin şerifi tarafından bölgedeki neredeyse kaybolan tüm genç kadınların cinayetinden sorumlu tutulur. Daha doğrusu Lucas’a bu itiraf ettirilmeye çalışılır. Henry Lee Lucas’ın o gün orada değil başka bir yerde olduğuna dair belgeler de bir işe yaramaz ve 10 kişiyi kasten öldürme suçundan hapse mahkûm edilir.

  2001 yılında hayatını kaybeden Henry Lee Lucas, son gününe kadar suçsuz olduğunu iddia etmiş ve sadece işlediği tek bir cinayetten pişman olduğunu söylemiştir. Peki; Henry Lee Lucas eğer suçsuzsa neden 400’e yakın cinayeti kabul etmiştir? Gerçekten akli dengesi yerinde değilse nasıl böyle bir karar verilebiliyor? Henry Lee Lucas, söylediği gibi suçsuz muydu?

Bir Katilin İfadeleri: Ted Bundy

  Amerika’nın ilk ve en ünlü seri katili Ted Bundy. Yakışıklı, zeki, sportif görünümü ile aklınıza asla katil olduğu fikrini getirmeyeceğiniz biri Ted Bundy. Zorlu bir çocukluk geçiren Ted, özellikle anne figürü ile barışamaz, dolayısıyla da kadınlara pek güvenmez ve onları gerçek anlamda sevmez.  Gençlik dönemlerinde siyasete ilgi duyan, genç ve yakışıklı biri olan Ted Bundy, sonrasında hukuk fakültesinde okumaya başlar.

   Kadınlarla cinsel anlamda ilişkisi her zaman çok iyi olan Ted Bundy, fiziksel özelliklerinin verdiği avantajı da kullanarak, pek çok kadına kolaylıkla yaklaşabilir. İlk cinayeti 1974 yılında işler, 1975 yılında bir kadını kaçırmak ve alıkoymak suçundan 15 yıl hapis cezası alır. 2 kere hapishaneden firar etti ve kaçışlarından birinde 20 dakika içinde 4 kadına tecavüz edip öldürür. 36 kadını öldürdüğü bilinen Bundy “ O rakama bir basamak daha ekleyin, o zaman gerçek rakamı bulursunuz.” diyerek cinayetleriyle adeta gurur duymuştur. Hukuk eğitimi aldığı için kendi savunmasını yapmak isteyen Bundy, benzer davalarda danışmanlık bile verir. Kurbanlarının beden parçalarını evinde saklayan, sakladığı kadın kafalarının saçları yıkanmış, yüzlerinde makyaj ve cinsel tacize uğramış şekilde kayıtlara geçmiştir. Kurbanlarını acımasızca öldüren Bundy, buz kıracağı, levye, metal boru, kelepçe ve kadın çorabı tercih eder. Kurbanları ise, tek gerçek aşkı olduğunu söylediği ve onu terk eden sevgilisinin fiziksel özelliklerine benzeyen kadın tipindeydi.

   1989 yılında elektrikli sandalyede idam edilirken son sözlerinin “ Aileme ve sevdiklerime sevgilerimi iletiyorum.”demesi ne kadar ironikse; “  O son nefeslerinin vücutlarından çıkışlarını izliyorsunuz.  Gözlerindeki o bakış. O durumdaki bir insan Tanrıdır.” cümleleri ise o derece Ted Bundy’dir. Röportajlar ve Ted Bundy’nin kendi sesinden yaptıklarını anlatması ile çok derin ve sarsıcı bir belgesel daha…

Night Stalker:  Bir Seri Katili Yakalamak

  Tarihin en bilindik seri katillerinden biri olan Richard Raminez ‘in işlediği suçların anlatıldığı Netflix belgeseli. Richard Raminez de diğer pek çok seri katil gibi aile içi şiddete maruz kalarak büyür. Akrabaları tarafından gördüğü psikolojik şiddet, onun suça daha çok meyilli olmasına yol açar.

   1980li yıllarda Kaliforniya’da ortaya çıkan esrarengiz cinayetler halkı tedirgin etmeye başlar. Aniden ortaya çıkan bu gece yarısı cinayetleri o kadar vahşice işlenir ki; olay yerini gören polis ve dedektifler uzun süre gördükleri manzaraları unutamaz. Kurbanlarının bazılarını tecavüz ettikten sonra bazılarını tabanca, bıçak gibi türlü türlü suç aletiyle öldüren Richard Raminez’in en küçük kurbanı 12 yaşındayken en büyüğü 80 yaşındaydı. Cinayet mahallerinde pentagram işareti çizerek, şeytana taptığını ve bunu onun için yaptığının mesajını verir. ABD’nin birden fazla eyaletinde cinayet işleyen Raminez, cinayetlerini gece yarısı işlediği için Night Stalker adı ile anılmaya başlanır ve kendisinden kurtulmayı başaran kurbanlarının çizdirdiği robot resim sayesinde vatandaşlar tarafından tespit edilip yakalanır. Richard Raminez, San Francisco’da kendisine atfedilen cinayet suçlamalarından başka cinayetler işlediğini gülerek söyleyebilecek kadar pişkin bir katildi. Uzun boyu ve atletik vücudu sayesinde kendine belirli bir hayran kitlesi oluşturmayı başaran Richard Raminez’in, mahkeme salonunda eline çizdiği pentagram işaretini gösterdiği o meşhur fotoğrafı halen hafızalarda. Raminez idam cezasını alsa da, 2013 yılında infazını beklerken kanser sebebiyle hayatını kaybetti.

 Olay yerlerinin görüntülerinden korkunç bir vahşetin işlendiğini göreceğiniz ve etkisinden uzun süre kurtulamayacağınız, o dönemde görev yapan polis ve dedektiflerin ağzından duyacağınız çarpıcı bilgilerle dolu bu sürükleyici belgeseli mutlaka izleyin derim.

Bir Katilin Anıları: Dennis Nilsen

  1978-1983 yıları arasında İngiltere’de İskoç asıllı Dennis Nilsen’ın 15 erkeği nasıl ve neden öldürdüğünü anlattığı teyp kaydı ve bu olayda görev almış polisler, kurbanlar ve kurbanların yakınlarının ifadelerinden oluşan Netflix belgeseli.

  Dennis Nilsen, pek çok seri katilin aksine sağlıklı bir çocukluk geçirir. Onu seven annesi ve etrafında sevdiği insanlarla yaşamını sürdüren Nilsen için görünürde her şey çok iyidir. İlerleyen yaşlarında homoseksüel olduğunu fark eden Nilsen için yaşayacağı cinsellik, içinde mutlaka aşkı da barındırmalıydı. Ölü bedenlere takıntısı, ilk kez orduya katıldığında kendine ait bir odası olduğunda çırılçıplak kalıp, tüm vücudunu pudraladıktan sonra aynanın karşısına geçip adeta bundan zevk almasıyla açığa çıkar. Nilsen bunun için “ O bendim ben o.” der.

  Kurbanlarını evine davet edip, içki verdikten sonra boğarak öldüren Nilsen, boğarak öldüremediği kurbanlarının kafasını suya sokarak öldürmeyi tercih ettiği için ve kurbanlarına daha az “acı” verdiği için “ Kibar Katil” olarak anılır. Kurbanları arasında sadece homoseksüeller yoktur. Kurbanlarını öldürdükten sonra onları soyup, vücutlarını pudralayıp salondaki koltuğa oturtur ve böylece onların asla Nilsen’ı terk etmeyeceğini düşünür. Nilsen, 12 kurbanının cesedini evinin döşemelerinin altında sakladıktan sonra koku yaptığı için, evin arka bahçesinde büyük bir ateş yakarak kül haline getirir ve kalan parçalarını bahçeye gömer. 3 kurbanının cesedini ise, parçalara ayırdıktan sonra tuvalet giderinden atar. Zaten böyle yaptığı için de yakayı ele verir Nilsen. Yakalandığında adeta sevinir; çünkü eğer yakalanmasaydı eylemlerine devam edeceğini söyler ve polislere kurbanlarının fiziksel özelliklerini neredeyse detaylı bir şekilde verir.

  Hapishanede otobiyografisini yazmaya başlayan Nilsen, 250 saatlik bir kaset doldurur ve cinayetleri neden ve hangi ruh haliyle işlediğini, çocukluğunun sanılanın aksine sorunsuz geçmediğini, kafasında kurduğu fikirleri, zaman zaman da sisteme eleştirilerini anlatır bu kasette. İngiltere’nin en ünlü seri katili olan Dennis Nilsen’ın kendi sesinden, hiçbir duygu belirtisi olmadan, hatta bazen alaycı bir tonla yaptıklarını anlattığı bu belgeseli mutlaka izlemenizi öneririm.

Diğer yazımıza göz atabilirsiniz: Kendinizi Yeteri Kadar Tanıyor ve Seviyor musunuz?

Ebru Buyukkaya

1990 yılında Istanbulda doğdu. Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünü bitirdi. Küçük yaştan beri yazmaya ve okumaya büyük bir merak ve ilgi duyması nedeniyle kendini bu alanda geliştirmeye yöneldi . Halen digital platformlara ve dergilere yazmanın yanı sıra, kendini geliştirmeye de devam etmektedir.

Henüz yorum yok

Bir yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BİZİ TAKİP EDİN