Bazı filmler vardır izlerken ya aklınız, yaşadıklarınız ekranda gibi hissedersiniz ya da hayalleriniz. Her film içinde bir mesaj amacı güder; ama bazıları bunda daha etkilidir. Bu etki o kadar büyüktür ki sohbet ortamında hepimizin aşina olduğu o cümleyi duyarız : “Bi’ film izledim, hayatım değişti.”
Sizler için Türk ve dünya sinemasından seçtiğimiz, izlerken kalbinizi harekete geçirecek ve unutamayacağınız sahnelerle dolu filmler seçtik.
İyi seyirler dileriz…
-
Kefernahum ( Imbd 8.4)
Arapça anlamı “kaos, karmaşa” olan kefernahum, aynı zamanda İncil’de adı geçen lanetlenmiş bir köydür. Yönetmenliğini Nadine Labaki’nin üstlendiği bu filmin kadrosunda; Zain Alrafeea, Cedra Izam, Nadine Labaki, Fadi Youssef ve Yordanos Shifera gibi yetenekli oyuncular yer alıyor. 2018 yılı Lübnan& Fransa ortak yapımı dram filmi olan Kefernahum, sayısız ödüle layık görülmüştür.
Konusu: Mülteci bir ailenin hayatını izliyoruz bu filmde. İç savaş yüzünden Suriye’den Beyrut’a gelmek zorunda kalan Zain ve ailesi burada bir hayat mücadelesi verir. Okula gitmeyen ve yaptığı küçük işlerden kazandığı paralarla ailesine destek olmak isteyen Zain’e bu hayatta en yakın kişi ise kızkardeşi Sahar’dır. Geçim sıkıntısı çeken ve biraz olsun rahata ermek isteyen aile, 12 yaşındaki Sahar’ı kendinden çok büyük olan mahallenin bakkalıyla evlendirmek ister. Zain, buna karşı çıkar ve ailesiyle yaptığı büyük bir kavgadan sonra evi terk eder.
Zain ile tesadüf eseri karşılaşan ve kendisi de bir mülteci olan Etiyopyalı Rahil isminde bir kadın, Zain’e evinin kapılarını açar. O işe gittiğinde, Zain, Rahil’in ufak çocuğuna bakar. Bir gün Rahil eve gelmez ve Rahil’in oğlu ve Zain hem Rahil’i aramak hem de yiyecek bir şeyler bulabilmek için çeşitli yollar dener ve burada filmi izleyecek olanların göreceği bir başka mülteci sorununa değinilir.
Uzun bir aradan sonra evine dönen Zain, geldiğinde Sahar’ı evde göremez ve öğrenir ki kardeşi bakkal ile evlendirilmiştir. Çok sinirlenen Zain kendini kaybeder ve kardeşinin kocasını bıçaklar. Hapishaneye düştüğünde ise anne ve babasına dava açar…
İzleyenleri kolayca etkisi altına alabilen ve unutamayacağınız bir yapıt Kefernahum. Başrol oyuncusu Zain Al Rafeea da Suriyeli bir göçmen ve okula hiç gitmemiş, dolayısıyla filmde izlediğiniz Zain’in hayatında aslında Zain Al Rafeea’nın hayatını da görebilirsiniz. Aynı zamanda küresel bir sorun olan mülteci sorununu da değinen bu film, kazandığı tüm ödülleri sonuna kadar hak ediyor.
“ Annemden ve babamdan şikâyetçiyim.”
“Neden?”
“Beni dünyaya getirdikleri için…”
-
Parazit ( Imbd 8.6)
Yönetmenliği ve senaristliği Bong Joon-ho tarafından yapılan Paraside 2018 yılı Güney Kore yapımı bir kara komedi, gerilim filmidir. Oyuncu kadrosunda Song Kang-ho, Lee Sun-kyun, Cho Yeo-jeong, Choi Woo-shik ve Park So-dam gibi başarılı oyuncular yer alırken, film ulusal ve uluslar arası pek çok ödüle layık görülmüştür. Tam bir sistem eleştirisi olan film içinde sakladığı metaforlarla da bunu izleyiciyi şaşırtıyor.
Konusu; bir sınıf çatışmasına dayanıyor. Son derece kötü şartlarda yaşayan Kim ailesinin oğlunun arkadaşı bir gün aileye, eve bereket getireceğine inandığı bir taş parçası getirir. Sonrasında evin oğlu arkadaşıyla sohbet ederken birden hiç beklemediği bir iş teklifi alır. İş görüşmesi için gittiği evdeki lüksü görünce adeta küçük dilini yutar. İş görüşmesi başarılı geçen genç, ev sahibinin, oğlunun çok hiperaktif olduğu ve bir eğitime ihtiyacı olduğunu dile getirmesi üzerine kafasında bir ışık yanar ve bu konuda hiçbir bilgisi olmasa da kız kardeşini kendisi tanımıyor ve işinde uzman bir kişi olarak evin hanımına tavsiye eder.
Kız kardeşi de işe girdikten sonra iki kardeş yavaş yavaş bu lüks hayata alışmaya başlar ve anne ve babasını da yanlarına almak için planlar yapar. Önce babasını şoför olarak, sonra annesini evin hizmetçisi olarak ayarladıkları kumpaslarla yanlarına alan iki kardeş yüzünden aile adeta bir parazit gibi bu evin içinde sanki kendilerine ait bir dünya varmış gibi yaşamaya başlarlar.
Bir gün ev sahipleri kamp için evden ayrıldıklarında Kim ailesi artık bir süreliğine de olsa evin sahibi olur; ancak o gece beklemedikleri bir misafir yüzünden bundan sonra hesapları yavaş yavaş bozulmaya başlar…
Filmde, aile her bir adımını planlayarak atıyor ve bir sahnede ailenin oğlu babasına planının ne olduğunu soruyor. Filmin belki de en vurucu sözleri dilinden dökülüyor babanın : ‘‘Nasıl bir plan hiç başarısız olmaz biliyor musun Ki-woo? Plansız olmak. Plan yapmamak. Neden biliyor musun peki? Bir plan yaparsan, hayat o planı hep bozar. Plan olmadığı sürece hiçbir şey ters gitmez.’’
-
Barfi ( Imbd 8.1)
Yönetmenliği ve senaristliği Anurag Basu tarafından yapılan filmin başrollerinİ; Ranbir Kapoor, Priyanka Chopra Jonas ve Ileana D’Cruz üstleniyor. 2012 yılı Hindistan- Bollywood- yapımı dram-komedi ve romantik türü filmdir. “Aşkın Dile İhtiyacı Yoktur!” sloganıyla vizyona giren filmde, gerçek aşkın karşısında hiçbir engelin duramayacağını ve aşkın sadece tensel uyum veya güzellik olmadığını göreceksiniz. Aşk için hiçbir şeyin imkânsız olmadığını, bazen dilden dökülen bin sözün bir harekete bedel olduğunu izleyeceksiniz bu filmde…
Konusu; saf aşka ve sevginin gücüne dayanıyor. Barfi ( Ranbir Kapoor) doğumu sırasında annesini kaybetmiş ve doğuştan sağır-dilsiz bir erkektir. Zengin bir ailenin yanında şoförlük yapan babası ile hayatını devam ettiren Barfi için, ikili ilişkilerinde güven çok önemlidir ve bunun için insanları kendi bulduğu bir yöntemle test eder. Kendi halinde yaşar Barfi; ama bir gün kasabaya genç bir kız gelir ve birbirlerine âşık olurlar; ancak kız nişanlıdır ve ailesi onun zengin ve hiçbir engeli(!) olmayan biriyle evlenmesini ister. (Barfi’nin kızın ailesi ile tanışma sahnesi ve sonrası gerçekten çok vurucu.) Babasının görevi nedeniyle kız, kasabadan ayrılır.
Kendi halinde yaşamaya ve normal hayatına dönmeye çalışan Barfi, bir gün babasının beklenmedik rahatsızlığa ile şok yaşar. Tedavi olması için yüklü bir miktar paraya ihtiyacı olan Barfi, ne yapıp etse de istenilen parayı toplayamaz ve aklına dâhiyane bir fikir gelir: Babasının çalıştığı evin otizmli kızını kaçırmak! Bu yolla babası için yeterli paraya sahip olacağını düşünen Barfi ve Jhilmill birbirlerini küçüklerinden beri tanıyorlardır ve Jhilmill, Barfi’ye güvenir ve onun yanında mutlu hisseder. Babası için yeterli parayı bulan Barfi, hastaneye koşar ancak babası çoktan ölmüştür. Artık tamamen hayata küsen Barfi’nin yolu bir kez daha ve hiç beklenmedik bir anda Jhilmill ile kesişir.
Jhilmill ile basit ama güzel hayatına devam eden Barfi, bir gün geçmişten gelen bir tanıdıkla karşılaşır ve olaylar peş peşe gelişmeye başlar.
Barfi,aşkın sadece tensel veya görsel bir uyum değil, bir duygusal birleşim olduğunu anlatan şahane bir film. Gerçek aşkın dile ihtiyacı olmadığını, engel tanımadığını ve ne olursa olsun bir gün mutlaka karşınıza çıkacağını anlatan Barfi, kesinlikle izlemeniz gereken filmlerden. Pek çok ödüle layık görülen Barfi, müzikleri ile de ilginizi çekecek.
“Senin duymak istediğin kelimeleri söyleyemez. Sen de ona duymak istediklerini duyuramazsın. Aşkın dili bazı zamanlar sessizlikten ibarettir.”
-
Platform (Imdb 7.0)
Galder Gaztelu-Urrutia ‘nın yönetmen koltuğunda oturduğu 2019 yapımı çok ses getiren İspanyol yapımı sosyal bilimkurgu- korku filmidir. Iván Massagué, Zorion Eguileor, Antonia San Juan, Emilio Buale Coka, Alexandra Masangkay, Eric L. Goode, Mario Pardo ve Txubio Fernández de Jáuregui oyuncu kadrosunu oluşturuyor. Tam bir sistem eleştirisi olan film, ulusal ve uluslar arası pek çok ödüle layık görülmüştür. İspanyolca anlamı delik olan “el hoyo” dan esinlenerek ismi verilen platform, bize sistemdeki delikleri gösteriyor!
Konusu; dikey olarak konumlanmış bir hapishanede yaşanılan sınıf ayrılıkları ve adaletsizlikler üzerine kuruludur. Film, “Dikey Özyönetim Merkezi” adıyla anılan bir kuleye başrol oyuncusu Goreng’in sigarayı bırakma ve diploma alma amacıyla kayıt yaptırması ile başlar. Bir sabah gözlerini açtığında karşısında hiç tanımadığı bir adam vardır ve uzun süredir buradadır. Goreng, tam olarak ne olduğunu bilmeden sisteme kaydolduğu için kısa süreli bir şaşkınlık yaşar. Odanın ortasında dikdörtgen büyük bir delik, lavabo, klozet ve iki yataktan başka bir şey yoktur. Neden böyle olduğunu anlamaya çalışırken yaşlı adam ona platformun bazı kurallarını anlatır ve aniden üst kattaki dikdörtgen boşluktan tabak tabak yemekler, tatlılar, meyveler dolu bir masa iner. Yemek yemek için belirli bir süresi olduğunu bilmesine rağmen yemeyi reddeder ve bir süre sonra platform alt kata iner.
333 katlı bu platformun en üst katında olanlar daha çok yerken, alt katlara indikçe üst kattakiler ne kadar yerse onlara da o miktarda yiyecek kalır; ancak üst kattakiler çoğunlukla çoğu şeyi yediği için alt kattakilere boş bir masa kalır geriye. Oda arkadaşının anlattığına göre ise; insanlar o kadar acıkır ki bu durumda bazen odasını paylaştığı kişiyi yer. Bu hapishaneye girmeden önce kişilere yanlarında getirebilmeleri için bir cisim seçmeleri izni verildiğinde Goreng, bu duyduklarından sonra Cervantes’in Don Kişot’unu getirdiğine pişman olur; çünkü oda arkadaşının elinde keskin bir bıçak vardır.
30 gün sürelerle katlar arasında dolaşan Goreng, hayatında hiç de yapmayacağı şeyler, yapmak istemeyeceği şeyler yapmak zorunda kalır. Üst katlarda rahat ederken, alt katlara indikçe gördüğü manzaralarla sarsılan Goreng, bir gün aynı katta uyandığında merkezin sorumlusu sayesinde, aslında sistemin üsttekiler ne kadar az yer ve tok gözlü olursa masadaki yiyeceklerin bütün katlara yeteceği üzerine kurulu olduğunu öğrenir; ancak insanlar açgözlüdür. Goreng, başka bir gün uyandığında yanında planını gerçekleştireceği Bharat’ı görür ve katlar arasında adaleti sağlamayı kendilerine amaç edinirler. Sonunda Goreng’i bir sürpriz bekler…
Film, adaletsiz işleyen sistemin, insanın her zaman ilk kendisini düşünüşünü, çoğu zaman kuralları hiçe sayışını, sınıfsal farklılıkları deneysel bir dille anlatıyor. Çarpıcı sahnelerle ve ince mesajlarla dolu bu filmi izledikten sarsılma garantisi var!
“ İnsanlar üç gruba ayrılır: Yukarıdakiler, aşağıdakiler ve düşenler.”
-
Cennetin Rengi (Imdb 8.6)
Orijinal adı “Rang- e- Khoda” yani Tanrının Rengi anlamına gelen filmin yönetmen koltuğunda pek çok başarılı filmi yönetmiş ünlü İranlı yönetmen Majid Majidi vardır. Aynı zamanda filmin senaryosunu da yazan Majidi, uluslar arası sinema ödüllerinde de ödülleri ve adaylıkları olan bir yönetmen. Oyuncu kadrosunda; Hossein Mahjoub, Mohsen Ramezani ve Salameh Feyzi , Morteza Fatemi, Mohamad Rahmani, Farahnaz Safari ve Elham Sharifi yer alıyor.1999 yılı İran yapımı olan film, aynı zamanda pek çok ödüle de layık görülmüştür.
Konusu; görme engelli bir çocuk olan küçük Muhammed’in hayatına dayanıyor. Doğuştan görme engelli olan ve annesini kaybeden Muhammed, Tahran’da bulunan bir körler okulunda yatılı olarak eğitim görür. Babası ondan utandığı için aslında bir nevi onu oraya gönderir. Filmin en etkileyici sahnelerinden biri olan yaz tatili için okulun bahçesinde Muhammed’in babasını beklediği sahnede buna şahit olacaksınız. Babası ile birlikte köye dönen Muhammed, burada çok sevdiği iki ablası ve ona çok iyi bakan babaannesi ile birlikte tatili geçirmeye başlar. Kırlardan çiçek toplar, ailesine elinden geldiği kadar yardımcı olmaya çalışır.
Muhammed’in babasının ise farklı planları vardır. Evlenmeyi düşünür ve çoğu kez evleneceği kadının evine gidip bununla ilgili görüşmeler yapar; ancak kör olan oğlu Muhammed onun için bir engel teşkil eder ve bir an önce ondan kurtulmak ister. Birçok kez oğlundan uzaklaşmaya çalışır; ama annesi eğer Muhammed’e bir şey olursa ona hakkını helal etmeyeceğini söyler. Bu yüzden baba, ondan başka türlü kurtulma yolları arar ve Muhammed’i daha önce de görme engelli öğrencisi olan ve kendi de görme engelli olan bir marangozun yanında çalışması için bırakır. Muhammed, iyi ve uysal bir çocuk olduğu halde başına bunların gelmesinin nedeninin kör olmasından kaynaklı olduğunu düşünür ve mutsuz günleri başlar.
Muhammed’in marangozda çalışmaya başlaması babaannesini çok üzer ve bir süre sonra ölür. Ölümün uğursuzluk getireceğine inanan kız tarafı düğünü iptal eder. Bunun üzerine baba, Muhammed’i almak için tekrar marangozhaneye gelir. Eve gideceği için çok mutlu olan Muhammed, yol boyunca şarkılar söyler; ancak dönüş yolunda hiç beklenmedik bir olay başlarına gelir…
“Cennetin Rengi” her sahnesiyle çok vurucu ve unutulmaz filmlerden. Cennetin rengini bizim gördüklerimiz değil de, kör bir çocuğun gözleriyle göreceğimiz bu film, İran sinemasının başyapıtlarından ve kesinlikle izlenilmesi gerekenlerden.
“Kimse beni sevmiyor! Ninem bile! Kör olduğum için herkes benden kaçıyor. Eğer görebilseydim, diğer çocuklarla birlikte köy okuluna devam edebilirdim… Ama dünyanın ta öbür ucundaki körler okuluna gitmek zorundayım. Öğretmenimiz, Allah’ın bizleri diğer kullarından daha çok sevdiğini söylüyor ama ben de diyorum ki, madem öyle, bizi kör yaratmazdı. Ki böylece O’nu görebilelim. Öğretmenimiz dedi ki, ‘Allah görünmezdir, O her yerdedir, O’nu hissedebilirsin, O’nu parmağının uçlarını kullanarak görebilirsin’. Allah’ı bulana kadar ellerimle her yere dokunacağım. Ve bulduğumda da, kalbimin bütün sırları dâhil, her şeyi anlatacağım.”
-
Yeşil Yol ( Imdb 8.6)
Amerikalı ünlü bilim kurgu yazarı Stephen King’in aynı adlı romanından 1999 yılında beyaz perdeye uyarlanan ABD yapımı filmin senaristliğini ve yönetmenliğini Frank Darabont üstlenmiş. Bir çok ödüle layık görülen filmin oyuncu kadrosunda; Tom Hanks, Michael Clarke Duncan, Bonnie Hunt, David Morse ve daha pek çok başarılı oyuncu vardır. Gerçek bir olaya dayanan film, yazarın romanından çok az kısmı çıkarıldığı için uzun ancak etkileyicidir.
Konusu; John Coffey’in hikâyesi. Oldukça iri yarı bir adam olan John Coffey(Michael Clarke Duncan), küçük yaştaki iki kızı öldürme suçlamasıyla idama mahkûm edilir. Görüntüsünün aksine oldukça yumuşak bir kalbe hatta bir çocuk masumluğuna sahip olan John’un bazı doğaüstü güçleri vardır. John’un hareketlerindeki farklılığı ve masumiyetini gören başgardiyan Paul ( Tom Hanks) onun suçlu olup olmadığı konusunda şüpheye düşer.
John’un doğaüstü güçleri şifalandırıcı olduğu kadar, onun acı çekmesine de neden olur. Özellikle insanlara şifa verirken onlardaki tüm olumsuzluğunu ve acıyı kendine aldığı sahnelerde Michael Clarke Duncan’ın oyunculuğu ayakta alkışlanacak türden. John’un masumiyetine inanan ve ispatlamaya çalışan Paul, onu bir gün hapishaneden kaçırır ve gittikleri yerde John’un mucizelerini gördükten sonra artık kafasında soru işareti kalmaz.
O dönemde mahkûmlar elektrikli sandalye ile infaz ediliyor ve hapishaneden yeşil yoldan idamına giden herkesin acısını hisseden John, sonunun az çok nasıl olacağını bilir. Paul ile ilişkisi giderek ilerler, öyle ki Paul evinden yemek bile getirir John’a. İdam gününden önceki gün son yemeği için ne istediği sorulduğunda John, Paul’un karısının yaptığı ekmeklerden ister. İdam günü geldiğinde John son derece soğukkanlıdır ve o çocuk kalbinin verdiği masumiyetle idam sırasında yüzünün kapatılmamasını çünkü; karanlıktan korktuğunu söyler. İdam gerçekleşir ancak; gerçekler sonra ortaya çıkar ve bundan sonra herkes için hayat farklı bir yönde ilerler.
Yeşil Yol gerçek bir başyapıt. İzlerken her duyguyu hissedeceğiniz, dünyanın adaletsizliğini ve bu adaletsizliğe artık dayanamadığı için kabullenmeye hazır bir adamı göreceğiniz bir film. Aynı zamanda da cezalandırma sisteminin ve yargının nasıl çalıştığının eleştirisi de var filmde. Üstelik filmin gerçek bir olaya dayanıyor olduğunu bilmeniz de filmi etkileyici kılıyor. Filmde kullanılan infaz sandalyesinin o dönemki ile aynı yapılmış olması, John’un idam sahnesini çekerken oyuncuların ağlamaktan sahneyi çekememesi ve filmde bu sahnede gördüğümüzün gerçek gözyaşları olduğunu belirtip, izlemeyenler için mutlaka izlemelerini izleyenler içinse bir daha izlemelerini önerelim.
“Yoruldum, patron. Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. Yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım. Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri. İnsanların birbirine kötü davranmasından bıktım. Her gün dünyada hissettiğim ve duyduğum acılardan bıktım. Çok fazla var, sanki her an için kafama cam parçaları batıyor. Anlıyor musun?”
-
Çizgili Pijamalı Çocuk (Imdb 7.8)
John Boyne’un aynı adlı kitabından beyaz perdeye uyarlanan filmin yönetmenliğini ve senaristliğini Mark Herman üstleniyor. 2008 yılında uyarlanan savaş- gerilim- dram türü film Birleşik Krallık – ABD yapımı. Oyuncu kadrosunda; Asa Butterfield, Jack Scanlon, Vera Farmiga, David Thewlis ‘in yanı sıra pek çok oyuncu vardır. II. Dünya Savaşı’nda yaşanan gerçeklerin bir çocuğun gözüyle izleyeceğiniz bu filmde, savaşın veya hangi dine mensup olduğunun bir çocuk için hiçbir öneminin olmadığı ve çocuğun her koşulda saflığını koruduğu etkileyici bir dille anlatılmış.
Konusu; II. Dünya Savaşı sırasında asker çocuğu olan Bruno’nun, babasının Nazi Almanyası tarafından Polonya’daki toplama kamplarına gönderilmesi ve Bruno’nun tesadüf eseri karşılaştığı toplama kampındaki bir Yahudi çocukla arkadaşlığı üzerine kurulu. Almanya’da mutlu bir hayat geçiren Bruno, babasının görevi üzerine Polonya’ya gitmek zorunda kalır istemeye istemeye. Gittiklerinde yaşayacağı ev, son derece izole ve adeta bir askeri üs gibidir. Almanya’daki hayatını şimdiden özlemeye başlayan Bruno, ablasının da artık genç bir kız olup, onunla ilgilenmek istememesi üzerine iyice yalnız kalır.
Bir gün evlerinde gördüğü çizgili pijamalı ve yaşlı bir adamı merak eder ve çitin öte tarafında yaşadığını hizmet için buraya geldiğini öğrenir. Bahçede oynarken kimselere görünmeden çitin öbür tarafındaki toplama kampına ulaşır. Burada çitlerin önünde bağdaş kurup oturmuş aynı yaşlarında bir çocuk görür ve ondan bazı gerçekleri öğrenir. Bruno, bu çizgili pijamalı çocukla bir süre sonra arkadaş olur; ancak evlerinde kampta yaşayanlar için hiç de iyi şeyler duymaz. Duyduklarına mı yoksa gördüklerine mi inanmalı bilemez; ama kader ona bir şekilde doğru yolu gösterir.
Yeni arkadaşına evden yiyecek getirmeye ve onunla aralarındaki tel örgülere rağmen oyunlar oynamaya devam ederler. Bir gün Bruno ve ailesinin Polonya’dan ayrılmaları gerekir, Bruno ise bunca zaman sonra bulduğu bu arkadaşını bırakmak istemez ve onunla kalmak ister. Arkadaşının yanına koşar; ancak arkadaşı üzgündür çünkü babasını bulamaz. Bruno, arkadaşının ona bulduğu çizgili bir pijamayı giyer ve tellerin öte tarafına geçer…
Film için sarsıcı demek az kalır. Bazı gerçekleri o kadar güzel işlemiş ki; Nazi anlayışını bilmeyen biri bile filmi izledikten sonra az çok kafasında bir şeyler oluşturur. Savaşın ve yıkımın özellikle çocuklar üzerindeki etkisinin anlatıldığı film izlenmeye değer…
“Tam olarak fark neydi? Kendi kendine düşündü; hangi insanların çizgili pijama, hangilerinin üniforma giyeceğine kim karar vermişti?”
-
Hayat Güzeldir ( Imdb 8.8)
İtalyan sinemasının başyapıtlarından biri olan “Hayat Güzeldir” in yönetmen koltuğunda Roberto Benigni oturuyor. Başrollerinde; Roberto Benigni, Nicoletta Braschi ve Giorgio Cantarini yer alırken, filmin diğer oyuncuları da oyunculuklarıyla harikalar yaratmış. 1997 yılı İtalyan yapımı olan bu drama filmi, Oscar da dâhil olmak üzere pek çok ulusal ve uluslar arası ödüle layık görülmüştür.
Konusu; oldukça neşeli, karizmatik ve Yahudi kökenli olan Guido’nun hikâyesine dayanıyor. Arkadaşı ile birlikte büyük şehre gelirken arabalarının arızalanmaları üzerine kısa bir süre dinlenirken adeta gökten gelen bir “prenses” kucağına düşer Guido’nun. İlk görüşte âşık olan Guido, amcasının restoranında işe başlayacağı için “prensesi” geride bırakıp yola devam eder; ancak kader bir şekilde onları yine karşılaştırır, kısa süreli ancak izlerken adeta insanın içine işleyen bu sahnelerde kâh gülecek kâh duygulanacaksınız. Guido, çalıştığı restoranda bir gün sevdiği kızın nişan törenini görünce şaşırır ancak; “prenses” de onu seviyordur ve nişandan birlikte kaçarlar.
Guido ve “prenses” evlenir ve bir çocukları olur. Guido, hayalindeki kitapevini açarken karısı da öğretmenliğe devam eder; ama II. Dünya Savaşı patlak verir ve İtalya’da da olmak üzere bir Yahudi düşmanlığı başlar. Dükkânların kapılarına ve camlarına yazılar yazarlar. Guido, oğlunun neden böyle yaptıklarını sorduğunda ona ince ve tatlı cevaplar verir. Bir gün oğlunun doğum günü için evde hazırlıklar yapılır. Annesini almaya giden Dora, eve geldiğinde kocasını ve oğlunu evde göremez ve anlar ki; toplama kampına götürülüyorlar. Trene binerken nereye gittiğini soran oğluna Guido, bunun bir oyun olduğunu ve kazanana tank verileceğine inandırır. Kocasının ve oğlunun olduğu trene Yahudi olmasa da Dora da biner. Toplama kampına geldiklerinde ise; gördükleri karşısında şok geçiren Guido, oğluna bu durumu yansıtmaz ve oyunun içinde olduğuna inandırmaya devam eder. Bu sahneler o kadar güzel ki! Oğlundan ve kocasından haber alamayan Dora, çocukların ve yaşlıların gaz odalarına banyo yapma bahanesiyle götürüldüğünü öğrenince yıkılır ama; Guido ve oğlu bir fırsatını bulur ve ona izleyen herkesin gözünü yaşartacak bir şekilde haber gönderir sağ olduklarına dair.
Oyun için(!) puan toplamaya devam eden Guido bir gün savaşın bittiği öğrenir. Dışarıda bir hareketlenme vardır ve karısına ulaşmak için tüm itirazlara rağmen odadan ayrılır. Oğluna ise oyunu kazanmaları için 1000 puana sadece 40 puanın kaldığını söyler ve oyunun son aşaması başlar…
Bu filme başlarken yüzünüzde gülümsemeden başka bir şey olmuyor; ancak bir an sonra gözlerinizin dolduğunu hissediyorsunuz. Film o kadar güzel ki; nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz ve film içinde yaşadığınız duygular yüzünden bir süre etkisi altında kalıyorsunuz. Bu film için söylenebilecek çok da bir şey yok, sadece izleyin, asla pişman olmayacaksınız.
“Baba buraya köpekler ve Yahudiler giremezmiş.”
“ Bu dükkânın sahibini tanırım, köpeklerden korkar. Senin korktuğun bir hayvan var mı?
“ Örümcek”.
“ O zaman biz de dükkânımızın kapısına Örümcekler ve Vizigotlar giremez yazalım.”
-
Uçurtmayı Vurmasınlar (Imdb 8.4)
Listedeki son film kült Türk filmlerinden olan Uçurtmayı Vurmasınlar. 1989 yılında çekimleri Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi’nde gerçekleştirilen filmin yönetmenliğini Tunç Başaran üstlenmiştir. Nur Sürer, Ozan Bilen, Füsun Demirel, Rozet Hubeş, Güzin Özyağcılar gibi başarılı oyunculardan oluşan bir kadrosu vardır. 62. Akademi Ödülleri için Türkiye’nin aday adayı olan film, pek çok ödüle layık görülmüştür.
Konusu; annesinin işlediği suç yüzünden hapishanede yaşamak zorunda kalan Barış’ın gözünden hapishane hayatı işleniyor. Uyuşturucu suçundan cezaevine giren bir kadının oğlu olan 5 yaşındaki Barış, koğuştaki kadınlar için adeta yaşam kaynağı olur. Barış ile neşelenir, hayata olan inançları artar. Beş yaşındaki bir çocuk için hapishane ortamını bir oyun alanına çevirmeye çalışır mahkûmlar. Barış, bir gün avluda oynarken gökyüzünde daha önce hiç görmediği hareket eden bir şey görür. Gördüğü şeyin uçurtma olduğunu öğrenen Barış’a hapishanede en yakın arkadaşı olan İnci ablası söz verir daha güzelini yapıp kırlarda uçurtmak için.
Barış ile oyunlar oynayan, ona masallar okuyan İnci’nin oğlu ile samimi olması annesini sinirlendirir ve bir olay sonucunda onların görüşmelerini yasaklar. İnci ise hapishaneden çıkmadan önce Barış’a sünnet yaptırır. Bir gün herkesin tanıdığı eski mahkûmlardan biri yeniden cezaevine düşer; ancak bu sefer 9 aylık hamiledir ve bir gece hapishanede doğum yapmak zorunda kalır. Artık bütün ilgi yeni doğan çocuğun üzerindedir.
Hapishaneden çıkacağı gün herkesle vedalaşan İnci, annesinin izin vermemesi yüzünden Barış ile vedalaşamaz; ama dışarı çıktığında da bir an olsun Barış’ı unutmaz ve ona verdiği söz aklına gelir. Bir gün avluda dolaşırken Barış gökyüzünde yükselen bir uçurtma görür ve bilir ki bu İnci ablasının uçurtmasıdır. İçeri koşup herkese haber verir. Hapishane müdürü de uçurtmanın tehlikeli olduğunu düşünüp vurulmasını emreder. Her ateş edildiğinde uçurtma farklı bir yöne gider ve UÇURTMAYI VURAMAZLAR…
12 Eylül dönemindeki siyasi suçlulara adalet sisteminin yaklaşımı, cezaevlerindeki baskıcı tutum ve davranışlar ve her şeye inat yaşamaya değer diyen mahkûmları, 5 yaşındaki bir çocuğun gözüyle izleyeceğiniz film dönemin sert bir sistem eleştirisidir de aslında. Hükümlü bir annenin yanında kalması gereken ve dış dünyada görebildiği tek yerin adliye koridorları olmak zorunda olan bir çocuğu acaba doğru bir adalet sistemi mi bu duruma hapsediyor? Ve sadece yere çizilen bir uçurtma resmi, okunan bir kitap yüzünden mi bozulacak bu düzen?..
“Sen artık yıldızları görüyor musun İnci? Bizim göğümüzün bir tek gündüzü var, senin göğünde akşam oluyor mu?”
Daha fazlası için Dergi Urla Ana Sayfa‘ya dönebilirsiniz…