Bir yerin istilaya uğraması ne demek? Balıklar denizin istilacısı olabilir mi? “Tarladan sofraya deyimini “oltadan sofraya” olarak değiştirip güncel bir ekoloji hikayesi yazmamız mümkün mü? Bütün bu sorulara cevap ararken amacımız farkındalığımızı bir üst noktaya taşımak ve hep aradığımız o “denge” kavramı üzerinde durmak.
Bir balık türü düşünün, doğal ortamında kendi halinde mutlu mesut yaşayıp gidiyor ya da faunasından ayrılmış merakla başka sularda yüzüyor, burada beslenip çoğalıyor ve yayılıyor. Böyle düşününce ister istemez “kimmiş istilacı tür!” diye insanın aklından geçiyor. Balığın suyun içinde hayatını sürdürmesi “sorun” olabilir mi? Bu ikilem üzerinden bakış açımızda değişiklik yapmamız gerektiği ortada çünkü istilacı balık türleri hem denizel ortamlar hem de kıyı balıkçılığı ile uğraşan kişiler için oldukça ciddi bir sorun teşkil ediyor. Hatta bu durum ekosistemde o kadar başa çıkılmaz bir hal alıyor ki sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve bakanlıklar bu konuya özel olarak değinmek zorunda kalıyorlar. Uluslararası & ulusal platformlardan gelen bilim insanları ile inanılmaz özverilerle yürütülen projeler aslında bu balıkların doğal habitatlarına zarar vermeden belli bir oranda yaşamasını sağlamak amacıyla gerçekleştiriliyor. Son yıllarda deniz koruma alanlarında dikkat çeken sorunlardan biri olan istilacı balıklar ilgili olarak atılacak ilk adım bilinç düzeyini arttırmak. Aslan balığı, lokum balığı ya da asker balığı olarak isimlendirdiğimiz pek çok türün sayılarındaki artışın ve kontrolsüzce yayılmalarının ekosisteme bir yük olduğunun farkına varılması gerek. Özellikle kendilerinden daha küçük boyutlardaki canlılarla beslenerek nesilleri tehlikeye sokuyorlar, başta Akdeniz kıyıları olmak üzere çeşitli yosun türlerini fazlaca tükettiklerinden denizel ortamlarda baskı oluşturuyorlar. Ayrıca balıkçılık gibi ekonomik değeri oldukça yüksek olan bir mesleği zor durumda bırakıyorlar. Altı çizilmesi gereken diğer bir konuda bu balıklarında soylarının tükenmesi istenmiyor. Yukarıda sözü geçen gerekçelerin hiçbiri onları ortadan kaldırmaya yönelik faaliyetleri içermiyor aksine sayılarını kontrol altında tutarak, popülasyonu dengeye ulaştırmak ve diğer türler için tehdit unsuru olmayı ortadan kaldırmak; kısacası biyoçeşitliliği sürdürebilmek esas hedef…
“SON 30 BİN YIL, GÜNÜMÜZDEKİ BALIK TÜRLERİNİN SON HALİNİ ALDIĞI, DENİZLERİN AÇILIP KAPANDIĞI VE SON BUZUL ÇAĞININ SONA ERMESİYLE DENİZ SUYU SEVİYELERİNİN YAKLAŞIK YÜZ METRE YÜKSELDİĞİ DÖNEMDİR.”
Doğal yaşamın denge ve çeşitlilik içinde sürekli gözlem yaparak korunması yoğun emek gerektiriyor. Küresel iklim değişikliğinin denizler üzerindeki etkisi gözle görünür bir biçimde karşımızda duruyorken küçük ama etkili bireysel çözümlerin bu faaliyetlere katkı sağlayacağını bilmekte fayda var. Örneğin ne kadar çok istilacı tür mevsimine bağlı olarak tüketilirse o kadar küçük yerli balık hayatta kalacak ve nesilleri tükenmeyecek anlamına geliyor. Sofralarımızda istilacı balık türlerini tercih etmek ekolojik açıdan deniz çayırlarına ve makro alglere verilecek büyük bir destek olacaktır. Bir diğer detayda bazı türlerin bünyelerinde toksik madde bulundurmaması ve oldukça lezzetli olmaları. Bu durum dikkate alındığında tercih sebebi olmamaları için bahane yok gibi duruyor. “Neler yapabiliriz” i biraz daha genişletmek amacı ile Akdeniz Koruma Derneği kurucularından ve Yönetim Kurulu Üyesi Zafer KIZILKAYA ile istilacı balık türleri üzerine görüştük.
ASLAN BALIĞI DENİZLERİN NEREDEYSE TÜM YERLİ BALIKLARINI TÜKETEBİLİYOR. EKOSİSTEMDE TAHRİBATA YOL AÇAN BU DURUM AYNI ZAMANDA BALIK STOKLARININ AZALMASINA SEBEP OLUYOR.
Yukarıda biraz bahsettik ama sizden de dinleyelim istiyoruz, balık denize “yük” olur mu?
Balıklar evrimsel olarak bizden milyonlarca yıl önce denizler ve tatlı sularda ortaya çıkmış ve suların altında yaşadığı coğrafya, su sıcaklığı ve besin bolluğuna bağlı olarak tür sayısı nesli tükenenlerle birlikte yüzbinlerle ifade edilebilir omurgalı canlılardır. Son 30 bin yıl, günümüzdeki balık türlerinin son halini aldığı, denizlerin açılıp kapandığı ve son buzul çağının sona ermesiyle deniz suyu seviyelerinin yaklaşık yüz metre yükseldiği dönemdir. Akdeniz Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusu arasında kalan, dünyadaki bütün okyanus yüzeyinin yüzde ikisinden bile küçük olmasına rağmen dünyadaki denizel biyolojik çeşitliliğin yüzde 18’ini temsil etmektedir. Akdeniz kışın soğuyan bir deniz olmasıyla balıkları da mevsimsel döngüye göre yaşayan ılıman deniz türleridir. Tropikal denizlerde ise milyonlarca yıldır hiç değişmeyen iklim koşulları, balıkları çok rekabetçi, yeri geldiğinde çok zehirli hale getirmiştir. Bu rekabet gücü ılıman denizde yaşayan balıklardan kat be kat üstündür. Bir balık bir denizden diğerine gidebilir mi? Doğal yollarla ancak belirli boğazlardan geçebildiği sürece olur. Atlas Okyanusundan Akdeniz’e balık girişi olmaktadır ama iki denizin de Cebelitarık Boğazı çevresinde benzer özellikler taşıması geçen türler açısından bir sorun yaratmamaktadır. Ne zaman 1869 yılında Süveyş Kanalı insan eliyle açıldığında Kızıldeniz ve Akdeniz birbirine bağlanmış oldu ve tropikal balık ve omurgasız deniz canlılarının Akdeniz’e geçiş yolu doğal olmayan bir süreçle başlamış oldu. Burada gemilerin denge tanklarına aldıkları suların içerisinde bulunan balık ve omurgasız canlıların yavru ve yumurtalarının da taşınması ikinci bir yapay etken olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak tropikal deniz kurtlarının istilacı tür tanımı içerisindeki Akdeniz’de görülmeye başlaması günümüzde binden çok türün Akdeniz’e ulaşmasına sebep oldu. 1940’lı yıllarda bugün sokar denilen tavşan balığı Siganus rivulatus ve Siganus luridus türlerinin Akdeniz’e ulaşması 50-60 yıl içerisinde bu türlerin bütün yosunları tüketmesi sonucu çok büyük boyutlarda ekosistem çöküşüne sebep oldu. Son 20 sene içerisinde balon balığı (Lagocephalus sp.) gibi zehirli türlerden, kılkuyruk mercan (Nemipterus randalli) ve aslan balığı (Pterois miles) yenilebilir türlere kadar hızlı bir şekilde suların altındaki balık yaşamı bir anda çok farklı bir kompozisyona dönüştü.
Doğruya doğru, fotoğraflarına baktığımızda levrek ya da çipura gibi alışılmış dış görünüşleri yok bu türlerin. İnsan tabağında görmeye biraz çekinebilir mi?
İnsan tanımadığı balığı satın almak ve tüketmek istemeyebilir. Ama bugün geldiğimiz noktada yerel türler yok denecek kadar az ve satın alınamayacak kadar pahalı olduğunda, mecburen alternatif ne türler var diye tüketici daha ucuz ve bulunabilen türlere yönelecektir. Biraz tanıtım ve tüketiciyi yönlendirmeyle çok rahat aşılabilecek bir sorun bu.
“ASLAN BALIĞI İLK KEZ 8 YIL ÖNCE İSKENDERUN’DAN SULARIMIZA GİRDİ, EN SON KARABURUN’DA GÖRÜLDÜ. YAKINDA KARADENİZ’E ÇIKMASI BEKLENİYOR*”
Sanırım tanımadığımız için bu balıkları tüketmiyoruz, biraz reklam şart gibi?
Hem reklam hem de bu türlerin tüketilmesinin arkasında yatan doğaya verdiğimiz desteğin anlatılabilmesi önemli. Akdeniz Koruma Derneği 2015 yılından bu yana bu türlerin tanıtılması kapsamında restoran ve tüketici özelinde çalışmalar yapıyor. Çok sayıda restoran ve şeflerimiz farklı istilacı türler için tarifler hazırladı ve bazıları menülerine koydu. Ünlü bir şefin elinden çıkan tarifler ve çevreye yaptığı olumlu etkileri duymak tüketici üzerinde önemli etki yaratıyor.
Urla yarımadasında bu konuyla ilgilenen restoranlar bulunuyor mu?
Hiç Restoran ve Od Urla bugüne kadar aslan balığı, asker balığı ve uzun dikenli deniz kestanesi ile belirli dönemlerde ilgilendiler.
Derginin bu sayısı gastronomi üzerine yoğunlaşmışken sizden istilacı balık türlerine ilişkin favori bir tarif alabilir miyiz?
Bir yaz yemeği olan “ceviche” yi önerebilirim. Yemeğin detaylı tarifi Youtube’ta da bulunuyor. (https://www.youtube.com/watch?v=Qt_CDS9A2k4)
Malzemeler: 2 kg aslan balığı bütün, 2 adet limon, 2 adet lime, 1’er adet chili ve kapya biber, 1 adet avakado, 1 adet kırmızı soğan, 4 dal taze kişniş, 3-4 diş sarımsak, 100 mL zeytinyağı, dereotu, maydanoz ve tuz
Yapılışı: Küpküp doğranmış aslan balığı bir kaba alınır içerisine soğan, kapya biber, chili biber, dereotu, maydanoz, sarımsak, 1 lime ve limon suyu, zeytinyağı eklenerek karıştırılır ve dinlenmeye bırakılır. Bekleme sırasında sosunu hazırlayabilirsiniz. Bir avokado çatal yardımı ile ezilir, çok az miktarda taze zencefil ve zeytinyağı eklenir. Baguetta ekmek üzerine sürülen avokadolu sos sulu bir yemek olan ceviche’ye harika eşlik edebilir.
“HASSAS TÜRLERDEN AKDENİZ FOKU, KUM KÖPEKBALIĞI VE ORFOZ GİBİ TÜRLERİN KORUMA ÇALIŞMALARI AYRI BİR ÖNEM TAŞIYOR.”
Zafer Bey, misyonunda “Akdeniz ekosisteminin korunması ve sürdürülebilir yaşam alanları oluşturulması için toplumları geleneklere uygun ve bilime dayalı projelerle desteklemek” olan bir derneğin gelecek dönem çalışmalarından bahsedebilir misiniz?
Derneğin öncelikli çalışma konularından biri olan balıkçılığa ve avcılığa kapalı deniz koruma alanlarının artırılması, korunması ve izlenmesi gelecekte de önemli zamanımızı almaya devam edecek. Bu alanlar içerisinde bulunan hassas türlerden Akdeniz Foku, kum köpekbalığı ve orfoz gibi türlerin koruma çalışmaları ise ayrı bir önem taşıyor. Teknolojinin verdiği olanaklarla bu türlerin bugün uzaktan izlemesini çok daha rahat ve ucuz bir şekilde yapıyor ve ilgili resmî kurumlarla paylaşıyoruz. Akdeniz Koruma Derneği ilgili bakanlıklar beraber ortak izleme ve koruma çalışmaları yapmaya devam edecek. Bu konuda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın sahadaki çalışma kapasitesinin artırılması konusunda ciddi destek vermektedir.
Gökova, Datça-Bozburun Özel Çevre Koruma Bölgelerindeki yönetim planlarının uygulanabilmesi konusunda sahada birebir çalışan ekiplerimizin sayısını ve imkanlarını artırmaya çalışacağız. Yine Fethiye-Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesinin yönetim planının hazırlanması konusunda resmî kurumlara destek olmaya çalışacağız.
İklim değişikliğine karşı deniz koruma alanlarının ekosistemin dayanıklılığını artırmak ve türlerin korunması için tek çaremiz olduğu ve artık koruma çağının başlaması gerektiği konusunda farkındalık çalışmalarımız da devam edecek.
Zafer KIZILKAYA Kimdir?
Ankara doğumlu Orta Doğu Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği mezunu olan Kızılkaya, Pasifik Okyanusunda on yılı aşkın süre, deniz koruma alanları projelerinde araştırmacı ve sualtı fotoğrafçısı olarak çalıştı. 2012 yılında Akdeniz Koruma Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Halen Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürütüyor. Gökova Körfezi Balıkçılığa Kapalı Deniz Koruma Alanları Projesi ile yerel halka koruma ve izleme konusunda inisiyatif verilen “Deniz Koruma Alanları” ve “Balıkçılık Yönetimi” üzerinde geniş paydaşlı ortak yönetim modelleri üzerinde projeler yürütüyor.
*Alıntı: Gazete Oksijen, 05.11.2021