Bugün, dünya üzerinde farkında olan/olmayan pek çok nörolojik veya psikolojik sebebe dayalı sorunlar yaşayan insan sayısı hayli fazla. İnsanların çoğu bu konuda hala bilinçli sayılmaz. Otizm ve Down Sendromu’nun bile yeni yeni anlaşıldığı, her psikolojik sorunun depresyon ya da anksiyete varsayıldığı günümüzde, artık farkındalığımızı arttırmalı ve gelişmişliğin sadece iyi besin – kaliteli yaşam olmadığının bilincinde olmalıyız. Dünyada ve toplumumuzda pek çok sebebe dayandırılabilecek, erken yaşta farkına varılması ile ileride normal bir yaşamın mümkün olduğu sendromlar yaşayan insan sayısı azımsanmayacak kadar çok. Farklılıklarınızın farkına varın!
Bu yazımızda toplumda sık görülen -belki de sizde de olan- bazı sendromları inceledik.
1-Asperger Sendromu
Adını Avusturyalı çocuk doktoru Hans Asperger’den alan otistik spektrum bozukluktur. Doktor, bu hastalığı sözel olmayan iletişim yeteneklerinde eksiklik, fiziksel anlamda sakarlık ve yaşıtlarıyla empati kuramama olarak tanımlamıştır. Asperger sendromlu kişiler günlük hayatta karşısındaki kişilerle ya eksik ya da hiç iletişim kuramaz. Değişikliklerden hoşlanmazlar, rutinin bozulmasını istemezler, sosyal iletişimleri zayıftır, karşısındaki kişinin direkt olarak gözünün içine bakamazlar. Sosyal becerileri zayıf olduğu için arkadaşlık kurmada zayıftırlar, denge problemi yaşarlar, karşısındaki kişinin duygu ve düşüncelerini tam olarak anlamada zorluk çekerler.
Daha çok erkeklerde görülen bu hastalık 4 ila 11 yaş arasında ortaya çıkıyor ve erken fark edilirse etkileri minimuma indirilebiliyor. Asperger sendromlu ünlü kişiler: Isaac Asimov(Amerikalı kimyager yazar 500den fazla kitap yazmıştır), Satoshi Tajiri (pokemonun yaratıcısı), Sir Isaac Newton, Greta Thunberg, Charles Richter ( sismolog ve fizikçi), Charles Robert Darwin, Courtney Love, Sir Philip Anthony Hopkins, Elon Musk… Asperger sendromuna sahip kişiler günlük ilişkiler kurma konusunda zorlansa da, genellikle uzmanı olduğu bir iki konu vardır. Bu kişiler ortamın duygusuna kapılmakta zorluk yaşayabilirler (cenaze evinde şarkı söylemek ) ya da söylediğiniz bir kelimeyi yanlış yorumlayabilirler( ders çalışmaktan kafam patladı derseniz ama kafan patlamamış diyecektir). Asperger sendromuna sahip kişiler karşıdaki kişiyle konuşurken duruş bozuklukları da sergileyebilirler( vücudu yan çevirmek, kafayı başka yöne döndürmek). Tekrar eden hareketleri yapmayı severler örneğin; parmaklarla oynama, öne arkaya sallanarak konuşma, jest ve mimiklerde tekrarlama gibi.
Asperger sendromunu tüm bu saydığımız özelliklere bakılınca otizmle karıştırabilirsiniz ancak; farklıdır. Asperger sendromu 2003 yılında otizmin bir türü olarak kabul edilmiştir. Asperger sendromu ile otizmi ayırt edici birkaç özellik sayarsak: Otizmde zeka geriliği vardır ancak; asperger sendromunda birey normal bir zekaya sahiptir, otizmli kişiler konuşmayı çok sevmezken asperger sendromlu kişiler normalden fazla konuşmayı severler, otizmli kişiler sosyal uyumsuzluğunun farkında değilken aspergerli kişiler bunun farkındadır, otizm genellikle ilk 3 yaşta ortaya çıkarken asperger sendromu 4 ila 11 yaşları arasında belirtilerini gösterir.
Beyindeki anomalilerden kaynaklanan ve buna neyin neden olduğunun tam olarak bilinmediği bu sendrom, genetik faktörlerin yanında çevresel etkiler sebebiyle de ilerleyebiliyor. Kesin bir tedavisi bulunmayan asperger sendromu, ne kadar erken fark edilirse, birey ilerleyen yaşlarda daha konforlu bir hayat sürebilir.
2- Tourette Sendromu
İsmini 19. yüzyılda Fransa’da yaşamış Tourette ‘den almıştır ve Tourette kompülsif tik ve davranışları dokuz farklı insanda gözlemlemiştir. Bu rahatsızlığın temelinde, aralıklarla meydana gelen istemsiz, hızlı ve ani tik hareketlerine neden olan nörolojik ve nörokimyasal bir kalıtımsal bozukluk vardır. Belirtilerinin genellikle 5-6 yaşlarında ortaya çıkıp, ergenlikle beraber artış gösterdiği bu sendroma sahip kişiler rahatsızlığın farkında değildirler. Tourette sendromuna sahip olabilmek için; belirtilerin 18 yaşından önce ortaya çıkmış olması, en az iki motor tike sahip olmak, bu tiklere en az bir senedir sahip olmak ve bu tiklere neden olacak temelde başka bir rahatsızlığın olmaması gerekir.
Erkeklerde kadınlara oranlara görülme olasılığı daha fazladır. Tourette sendromuna sahip olan kişiler tikleri yüzünden sosyal ilişkilerinde zorluk çekerler. Çene kenetleme, omuz silkme, burun çekme, göz kırpma, homurdanma, kafa sallama, kaş göz oynatma, hayvan sesleri çıkartma gibi tekrar eden tiklere sahiptirler. Bilinenin aksine bütün Tourette sendromuna sahip kişiler küfretmez, bu bir kısmında görülür. Tourette sendromuna sahip bazı ünlü kişiler ise: David Beckham, Wolfgang Amadeus Mozart, James Durbin, Amerikalı piyanist Michael Wolff, ingiliz piyanist Nick van Bloss, Amerikalı aktör Dash Mihok, Premier League‘nde Everton forması giyen Amerikalı futbolcu Tim Howard, NBA basketbol oyuncusu Mahmoud Abdul-Rauf, Amerikalı motivasyonel konuşmacı Brad Cohen, İngiliz yazar Samuel Johnson, okçulukta Olimpiyat şampiyonu olan Türk sporcu Mete Gazoz…
Genetik yollarla da geçebilen bu rahatsızlığın kökeni ve beynin hangi bölümünün sendromu tetiklediği belirlenmediği için tam bir tedavisi bulunmamaktadır. Genellikle ilaçlarla durdurulmaya çalışılan bu sendrom, kişide kilo artışı, sersemlik, istem dışı hareketler gibi yan etkilere neden olur. Tourette sendromunun obsesif kompulsif bozuklukla da yakından ilişkili olduğu düşünülmektedir.
3-Disleksi
Latince kökenli “bozukluk” ve “ kelime” sözcüklerinin birleşimi olan disleksi, 1896 yılında Dr. W. Pringle Morgan tarafından ilk kez dile getirilmiştir. Doktor, yaptığı gözlemlerde 14 yaşındaki hastası Percy’nin yaşıtları gibi zeki ve oyunlarda aktif olduğunu fark ederken, okurken bazı zorluklar yaşadığını görür. O dönem için bu durum gözün yapısı ile ilgili bir sorun olduğunu düşündürmüştür ancak; yapılan araştırmalar sonucunda disleksinin göz ile değil, dil sistemiyle ilgili bir sorun olduğunu ortaya koymuştur.
Genetik ve çevresel faktörlerden etkilenen disleksinin, beyin hasarı, inme ve bunama gibi nedenlerle de ortaya çıkabileceği ispatlanmıştır. Dünyada en sık görülen öğrenme engeli olan disleksi, toplam dünya nüfusunun %20 sini oluşturmaktadır. Daha çok erkek bireylerde görülen bu rahatsızlık, bazı kesimlerce öğrenmenin farklı bir yolu olarak nitelendiriliyor.
Disleksi, çocukların ses çıkarmayı öğrendiği 1-2 yaşlarında ilk belirtilerini göstermeye başlar. Temel olarak okuma becerisi ile ilişkilendirildiği için ise, genel olarak ilkokul çağında bireydeki disleksi rahatsızlığı fark edilmeye başlanıyor. Disleksi rahatsızlığı olan kişiler, bu dönemde sesleri çıkarmada ve harfleri tanımada zorlanma, sınıf içinde yüksek sesle okuma yapmak istememe, harf ve rakamlar arasında karıştırma, kelimeleri hecelerine ayırırken zorlanma gibi durumlarla karşılaşır. Bireyler, okuduğunuzu anlamaz, yavaş okur veya yanlış okur. Disleksi rahatsızlığı bulunan bir kişi “b” ve “d” harflerini 6 ve 9 gibi görüp okur,12’yi 21 olarak düşünür.
Disleksisi olan bireyler okuma yaparken zorlanmalarına sebep olarak, okurken harflerin açıldığını, harflerin bulanıklaştığını ve hareket ettiğini dile getirirler. Einstein’dan Mozart’a, Beethoven’dan Leonardo da Vinci’ye kadar birçok dâhinin yaşadığı bir rahatsızlık disleksi.
Genellikle kalıtsal bir rahatsızlık olarak adlandırabileceğimiz disleksi, için henüz tam bir tedavi bulunamamış olsa da çocuğa yüksek sesle kitap okutmak, çocuğa kitap okuma alışkanlığı kazandırmak ve kitapları sevmesini sağlamak, disleksinin kaynağında yatan psikolojik sorunları bulup çözüm üretebilmek disleksideki hasarı en aza indirebileceğiniz bazı yöntemler. Disleksi bir hastalık değildir!
4- Misophonia
Latince “misos (nefret)” ve “phone (ses)” kelimelerinden köken alan bu terim, kısaca sesten nefret etme olarak tanımlanan rahatsızlık, ilk kez 2001 yılında Jastreboff adlı bilim adamı tarafından dile getirilmiştir. Hem nörolojik hem de psikolojik bir rahatsızlık olduğu düşünülen misophonia, beynin frontal loblarındaki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Dünya genelinde her 100 kişiden 20’sinde görülen bu rahatsızlık kısaca, çevredeki seslere karşı aşırı duyarlı olma durumu olarak da nitelendirilebilir.
Misophonia, kişinin sosyal ilişkilerini ve yaşam kalitesini düşüren bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlığa sahip kişilerin kulaklarının diğer kişilere göre sese aşırı duyarlı olduğu görülmüştür. Genellikle ergenlikle beraber yavaş yavaş ortaya çıkan bu rahatsızlığın 30’lu yaşlara kadar tam tanısı konulamayabilir. Misophonia rahatsızlığı bulunan kişiler ağız şapırdatma, sakız çiğneme, nefes alma, tırnak kesme, koklama, horlama, ıslık, öksürük, esneme, yürüme, konuşma, yemek yeme ve hatta diş fırçalama gibi günlük yaşamda sıkça karşılaşılabilecek seslerden rahatsız olur.
Misophonia, genellikle psikolojik nedenlere dayalı bir rahatsızlıktır. Bu rahatsızlığa sahip olan kişiler içe kapanık, asosyal ve takıntılıdır. Bu rahatsızlık daha çok stresli, endişeli kişilerde daha çok ortaya çıkar. OKB ve Tourette sendromlu kişilerin misophonia seviyesinde artış olduğu da gözlemlenmiştir.
5-Rett Sendromu
Genlerdeki mutasyonla ortaya çıkan bir hastalık olan Rett sendromu X kromozomundaki MECP2 geninin bozulmasıyla ortaya çıkar. Kız çocukları anneden ve babadan X kromozomunu aldıkları için ve bu hastalıkta X kromozomu üzerinde etkili olduğu için kızlarda görülme olasılığı daha fazladır. Erkek bebeklerde genellikle düşük ile sonuçlanır.
Doğumdan sonra ilk 6-18 ay arası bebeğin gelişimi normaldir ancak; ilerleyen dönemlerde bebeğin hareketlerinde bir durgunlaşma, motor becerilerinde gerileme, el ve ayak kullanımında azalma görülür. Bazı hastalarda mikrosefali hastalarında olduğu gibi kafada küçülme görülebilir. Hastalar, ellerini bir dilek tutarmış gibi birbirine bağlar, nefes almada ve yutkunmada güçlük çeker. Konuşma becerileri azalır, el ve ayaklarda tekrar eden hareketler oluşmaya başlar. Bu kişiler her ne kadar sağlam bir iştaha sahip olsa da, vücudu yeteri kadar gelişmez ve büyüme hızı yavaştır. Bu kişilerin ince ve açık renk derili yüzleri, sivri burunları, küçük el ve ayakları bazı tipik özellikleridir.40’lı yaşlarına kadar yaşayabilirler ve genellikle ölümleri anidir.
Rahatsızlığın şu an için bir tedavisi bulunmamakla birlikte, beslenme ve gastrointestinal sorunlarına karşı tedaviler gerçekleştirilebilir. Kişinin iletişim becerilerinin arttırılması, fiziksel ve ruhsal açıdan sosyalleşmesi için yöntemler uygulanabilir.
6- Munchausen Sendromu
1951 yılında İngiltere’de hastane hastane dolaşıp, rahatsız olduğunu söyleyen bir grup hasta tespit edilir. Yapılan tetkikler sonucunda bu hastaların aslında “hasta” olmadığı ve bunu bilmelerine rağmen kendilerini hasta gibi gösterdikleri anlaşılır. Doktorlar, bu kişilerin yaşadığı durum için 18. yüzyılda yaşamış ve uydurduğu yalanlarıyla ünlü olan Alman Baronu Karl Friedrich von Munchausen’den esinlenerek Munchausen Sendromu demişlerdir.
Munchausen Sendromu, yardıma ve bakıma muhtaç olan hasta veya çocuk kişilerin, kendisine bakmakla yükümlü olan kişi tarafından hastalanmasına neden olacak şekilde davranması ve kişiyi sürekli bir hastalık halinde görme isteği duyduğu bir psikolojik rahatsızlıktır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, bu durum yaşlı ve çocuk istismarı olarak da nitelendirilebiliyor.
Bu rahatsızlığa sahip olan kişiler bazen kendilerini hastaymış gibi gösterir, hastanede tedavisi bitmeden bir diğer hastaneye koşa koşa gider. Bu kişiler hastalıklarını ustaca anlattıkları uydurma bir öyküyle desteklerler. Rahatsızlığın bir alt çeşidi olan “ Vekaleten Munchausen Sendromu” ise kişinin kendisinin değil, bakmakla yükümlü olduğu kişinin hasta olduğu fikrinde olmasıdır. Bu rahatsızlık daha çok annelerde görülür. Çocuğunu iyileştirmeye çalışan, özverili ve fedakar anne rollerini oynayan bu kişiler, kendileri olmazsa ve kendi elleriyle tedavi sağlanmazsa çocuğunun öleceği fikrine inanırlar. Sergiledikleri bu “özverili anne” profili ile de çevresinden takdir ve onay görmek isterler. Çocuklar hiç ihtiyaç duymadıkları pek çok tedavi görmek zorunda kalabilir ve gerçekten rahatsızlanabilir.
Munchausen Sendromlu kişilerin bu rahatsızlığı yaşamasının temelinde çocuklukta yaşadıkları psikolojik travmalar olduğu belirtilmiştir. Bu kişilerin genellikle özgüvenleri düşüktür, stresle kolay başa çıkamazlar, sürekli takdir beklerler. Bu rahatsızlığa sahip kişiler genellikle tıp bilgisi olan kişilerdir ve anlattıkları sayesinde de doktoru çok kolaylıkla ikna edebilirler.
The Sixth Sense, The X Files, House M.D. Bron/Broen gibi yabancı ve Paramparça, Hekimoğlu gibi Türk dizilerinde de bu rahatsızlık anlatılmıştır.
Munchausen Sendromu tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Kişinin davranış biçimi değiştirilip, tıbbi kaynakları kullanması en aza indirilebilir. Aynı zamanda psikoterapi, bilişsel davranışçı terapi özellikle kullanılabilinir. Munchausen sendromu ilacı olan bir rahatsızlık değilse de, kişide kaygı veya depresyon gözleniyorsa, ilaç tedavisi de ek olarak yapılabilir.
7- Dağınık Beyin Sendromu
Modern çağın en büyük sorunu zamanın yetmemesi ve aynı anda birçok işi halletmek zorunda kalmamız. Aynı anda iş yerinde iş yetiştirmemiz gerekirken bir yandan da aklımız akşam dışarı çıkacağımız mekân için rezervasyon yaptırıp yaptırmadığımızda, işten çıktıktan sonra yapılacaklar listesini kafamızda oturtmakla meşgul oluyor. Full konsantre olmuş bir halde bir işe odaklandığınızda, telefonunuza gelen bir mesaj, e-posta adresinize düşen bir mail, sosyal medyada gördüğünüz bir indirim bildirimi ile tüm dikkatiniz kolayca dağılabiliyor ve bu asıl halletmemiz gereken ve biraz önce odaklandığımız konudan uzaklaşmamıza neden olur.
Bir iş başvurusu için mülakata gittiğinizde “aynı anda birden fazla şeyle ilgilenebilirim.” derseniz, ya da evli, çocuklu ve çalışmayan bir kadın aynı anda hem evi temizlerim hem çocuğumla zaman geçiririm dese de bu aslında gerçek hayatta pek mümkün olamıyor. Yapılan araştırmalara göre; insan tek bir işle ilgilendiği zaman yapılan işten sağlanan verim daha fazla oluyor. Aynı anda yapılan birden fazla iş ise; beyni yoruyor ve beyin gelişimini olumsuz yönde etkiliyor.
Eğer tek bir iş üzerine yoğunlaşırsak, daha fazla iş yapmış oluyoruz. Beynimizde bu yapıya sahiptir yani; aynı anda tek bir işe odaklanma üzerine programlıdır. Aynı zamanda birden fazla işle ilgilenirseniz, sanki daha çok iş başarmış sanabilirsiniz ama; aslında olan beynin sürekli bu işler arasında gidip gelmesi, beynin yorulması ve işlerliğinin azalmasıdır. Texas Üniversitesinde Beyin Sağlığı Merkezi’nin kurucusu Dr Sandra Bond Chapman’a göre, aynı anda birçok işi yapmaya çalışmak yüzeysel düşünmeye, yaratıcılık eksikliğine, hatalara ve gereksiz bilgiyi eleyememeye neden oluyor.
Dağınık beyin sendromuna sahip kişilerde; yorgunluk, motivasyon kaybı, dikkat eksikliği, tekrar eden hatalar, depresif hareketler, iş veriminde azalma gibi durumlar ortaya çıkar. Dağınık beyin sendromunuzu en aza indirgeyebilmek için, nefes egzersizleri yapın, kitap okuyun, kendinize zaman ayırın, farkındalık eğitimlerine katılın, telefon, tablet gibi elektronik cihazlardan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışın.
8-Savant Sendromu
1887 yılında Dr.Langdon Down tarafından ortaya çıkarılan Savant Sendromu, zihinsel gelişimleri farklılık gösteren özel yetenekli bireyleri ifade eder. Fransızca “bilmek” anlamına gelen savant kelimesi, alim, bilge anlamlarına da gelir. Daha çok otizmli kişilerde görünen savant sendromu, otizmli her 10 kişiden 1’inde görülmektedir.2004 yılına kadar savantın neden olduğuna dair net bir bilgi yokken, 2004 yılındaki bir araştırma ile savant sendromumun genetik yapıdaki bir değişim sonucu ortaya çıktığı anlaşılmıştır. Savant sendromuna sahip bireylerin beyinlerinin sağ loblarında bir anormallik yokken sol loblarında telafi edilmeyecek bir hasarın olduğu gözlemlenmiştir ancak bu bilgilerde kesinleşmiş değildir.
Savant sendromuna sahip bireyler gündelik ilişkilerinde ve insanlarla iletişiminde eksiklikler yaşasa da çok iyi olduğu bir veya iki konu vardır. Kişiler bu konularda uzman olmuştur. 5 basamaklı iki sayıyı aklından çarpabilme, yıllar önce yaşanmış bir olayı hangi gün olduğuna kadar hatırlayabilme, bir kez gördüğü bir mekanı tüm ayrıntılarıyla resmedebilme, hayatında ilk kez gördüğü nota dizisini bir enstrümanla çalabilme gibi yetenekleri vardır.
Savant sendromu doğuştan gelmez, ilerleyen yaşlarda yaşanan herhangi bir olay ( kafayı bir yere çarpma, hafıza kaybı )da kişinin savantlı olmasına neden olabilir. Savant sendromuna sahip bazı ünlü kişiler ise; Nasa tarafından beyni inceleme altında alınan ve bir kitabı okurken sağ gözüyle sağ sayfayı, sol gözüyle sol sayfayı okuyabilen, dünyada yaşanmış bütün tarihi olayları gününe kadar hatırlayabilen Kim Peek, helikopterle 10 dakikalık bir şehir turu attıktan sonra şehrin bütün binalarını, parklarını, nehirlerini apartmanların daire numarasına kadar çizen savant sendromlu ressam Wiltshire, “ mutlak kulak” olarak adlandırılan ve dinlediği parçayı enstrümanla tek seferde çalabilen Buğra Çankır, sözel IQ’su 58 olan ünlü kör piyanist Leslie Lemke… Savant sendromu ülkemizde “Mucize Doktor” dizisinde çarpıcı bir dille anlatılmaya çalışılmıştır.
Savant sendromunun henüz tam bir tedavisi olmamasına karşın, bu rahatsızlığın kişiye herhangi bir zararı olup olmadığı da bilinmemektedir. Aksine, savant sendromuna sahip kişilerin hangi alanda yetenekli ise o konunun üstüne gidilmesi gerektiği düşünülür. Savant sendromlu kişilerin sosyal ilişkiler kurmada sorunlar yaşamasından ötürü, onları topluma kazandırmak için tedavi yöntemleri uygulanabilir. Savant sendromunun otizm ile ilişkili olduğunu ve bunlara sebep olan altta yatan bozuklukların tedavi edilmesi gerekmektedir.
9- Beyaz Ayı Sendromu
Bilinen çıkış noktası ünlü Rus yazar Tolstoy’un kardeşi ile oynadığı oyundur. Tolstoy, kardeşine ayakta durarak bir beyaz ayıyı düşünmemesini söyler. Zaman geçip sorduğunda ise kardeşi, beyaz bir ayıdan başka bir şey düşünemediğini söyler. Beyaz ayı sendromu ile ilgili bilinen diğer bir söylem ise Dostoyevksy’e ait. Dostoyevksy 1863 yılında ‘Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları’ adlı Avrupa seyahatlerine ilişkin kitabının içerisinde bu düşünceye yer vermiştir. “Kendinize şu görevi verin: bir kutup ayısı düşünmemeye çalışın ve her dakika aklınıza bu lanetli şeyin geleceğini göreceksiniz.” der.
Dostoyevksy’nin bu görüşüne ileriki yıllarda Harvard Üniversitesi psikoloji profesörü Wegner bazı katkılarda bulunmuş, bir deney yapmıştır ve katılımcıların 5 dakika içinde beyaz bir ayıdan başka herhangi bir şeyi düşünmesini istemiş ve bu sürede aklına beyaz bir ayı gelirse zile basmalarını istemiştir. Katılımcıların çoğu dakikada birden fazla zile basmışlardır. 5 dakika sonra bu sefer katılımcılara beyaz bir ayıyı düşünmeleri istenmiş ve katılımcılar böylece ilk seferki gruptan daha fazla beyaz ayıyı düşünmüş olmuştur. Bu deney göstermiştir ki; bir düşünceyi ilk 5 dakika içinde ne kadar çok düşünmemeye çalışırsak çalışalım, sonrasında bu düşünceyi daha fazla düşünüyor oluyoruz.
Beyaz ayı sendromu kısaca, düşünmeyi engellediğimiz bir şeyi sürekli tekrar ederek aslında onu daha çok düşündüğümüz ve bunu bir süre sonra takıntı haline getirmemizle alakalıdır. Kişiler bir süre sonra kendini kısır döngüye sokar. Bir nevi akıllarında sürekli beyaz bir ayı vardır. Günlük hayatta “olumsuz düşünmemeliyim” diyerek kendimize temkinde bulunmamız da bir beyaz ayı sendromudur ya da “ bu sınavı kazanamayacağım”, “nasılsa olmayacak”, “ beni sevmeyecek” gibi aslında içten içe inandığımız ve bir an için unuttuğumuz bu fikirler bir süre sonra ortaya çıkar.
Wegner, beyaz ayı sendromundan kurtulmak için bazı çözüm önerileri sunmuştur:
- Etkileyici ve dikkat dağıtıcı bir şey bularak ona odaklanın. Böylece beyaz ayıyı daha az düşünürsünüz.
- Düşünceyi ertelemeye çalışmak
- Aynı anda birden fazla şeyi yapmamaya çalışmak
- Düşünceyi bastırmak yerine, düşünmeye izin vermek
- Meditasyon ve farkındalık
Bu yöntemleri kullanarak “beyaz ayı”yı daha az düşünüp, yaptığımız işte verimi daha fazla artırırsınız. Aynı zamanda hem ruhunuzu hem zihninizi dinlendirecek daha iyi şeylere odaklanmanızı sağlarsınız.
Öneri olarak; ”Meditasyon ve Nefes Öğretisi ile Yeniden Yaşama Tutunma Enerjisi” yazımızı da buradan okuyabilirsiniz.