Sizde de olur mu bilmem ama bir film sahnesinde, gittiğim bir kafede ya da çok sevdiğim bir semtin eski binalarında gördüğüm nostaljik detaylar içimi cız ettirir. Sanki yeniden yaşama imkanı bulamadığımız geçmiş daha güzelmiş de, şimdi daha zor zamanların içerisindeymişiz gibi… Öyle olmadığını biliyorum elbet, ama ne bileyim nostaljik detayların beni hafif bir romantizme, zaman zaman da özleme sürüklediğini inkar edemem.
Bu karantina günlerinde, hiç olmadığı kadar film ve dizi izlemeye başlamışken, Blu Tv’de karşıma çıkan ve içinde nostaljinin ‘bize ait’ halini barındıran “Yeşilçam” dizisi de beni görür görmez içine çekti ve yayınlanan ilk iki bölümünü ardı ardına izledim. Yorumlarıma geçmeden önce, dizinin kadrosundan ve konusundan bahsetmek istiyorum.
Dizinin yönetmen koltuğunda, Issız Adam, Babam ve Oğlum, Dedemin İnsanları gibi gişe rekorları kırmış filmlerin yönetmeni Çağan Irmak oturuyor. Senaryo ise Volkan Sümbül ve Levent Cantek’in imzalarını taşıyor. Oyuncu kadrosu da oldukça güçlü. Dijital platformlarda çekilen dizi ve filmlerin artık aranan ismi olduğunu söyleyebileceğimiz Çağatay Ulusoy, Selin Şekerci ile başrolü paylaşıyor. Afra Saraçoğlu, Bora Akkaş, Altan Erkekli, Yetkin Dikinciler ve Özgür Çevik de dizide yer alan diğer ana karakterleri oluşturuyor. Dizinin konusuna gelirsek; 1960’lı yıllarda geçen ve Yeşilçam’ın altın çağını vurgulayan dizide, Çağatay Ulusoy’un hayat verdiği Semih Ateş karakteri, eski ortağından kazık yemiş genç, tutkulu, sinema aşkıyla yanıp tutuşan bir prodüktör olarak karşımıza çıkıyor. Selin Şekerci ise Mine Cansu isimli yıldız bir oyuncuyu canlandırıyor. İlk sahnelerden, Semih Ateş ve Mine Cansu’nun daha önce evli olduğunu öğreniyoruz. Birbirlerine hala aşık olduklarını anlamamak ise imkansız. Sanıyorum ki ilerleyen bölümlerde hem yeniden alevlenen bir aşk, hem bir dolu skandal, hem de Semih Ateş’in zorluklar içerisinde yılmadan yaşadığı yükseliş hikayesine şahit olacağız.

Benim hissiyatıma gelirsek; film eleştirmeni olmadığım için teknik detaylar ya da oyunculuklar üzerine yorum yapmak pek de haddim değil. O yüzden ben bildiğim yönden ve görsel detaylar üzerinden konuşmak istiyorum. Nostalji seven biri olarak, dizi benim için 1-0 önde başladı. Kostümler, saç, makyaj her biri bence dönemin ruhunu iyi yansıtmış. Beyoğlu’nun 60’lı yıllardaki hali, eski tabelalar, yapılar ve hatta o nostaljik tramvay detayı bile özenle seçilmiş ve tasarlanmış. Mekan içleri de aynı eski Türk filmlerinde gördüğümüz şekilde dekore edilmiş. Dizinin çekimleri Kocaeli Sekapark’ta Avrupa’nın en büyük platosunda gerçekleştirilmiş. Şöyle küçük bir 60’lar turu için platoda gezintiye çıkmak isterdim doğrusu!
Dizi sanıyorum, her hafta iki bölüm şeklinde yayımlanmaya devam edecek, ben de her hafta merakla izlemeye devam edeceğim. Tam kapanma döneminde herkese iyi geleceğini ve iyi hissettireceğini düşündüğüm için tavsiye ediyorum. Şimdiden iyi seyirler!