Dünyanın gündemi covid-19 salgınının yanı sıra bilim-teknoloji ilerlemeleri ve üretim yükselmeleri ile çalkalanırken, toplumlar yaşamın en önemli halkası olan ekosistemi göz ardı ettiğini fark etti. İnsanlığın, atmosferde yaratmış olduğu yıkıcı değişim, küresel sıcaklığı tehlikeli bir artışa doğru sürüklemeye devam ediyor.
Özellikle Sanayi Devrimi sonrasında atmosferdeki sera gazlarında %40 oranında bir artış yaşandı. Bu artışın önemli bir bölümünü fosil yakıt kullanımı ve ormansızlaşma belirliyor.
Peki nedir bu sera gazı?
Atmosferdeki gazlar yeryüzündeki ısının bir kısmını tutarak yeryüzündeki ısı kaybına engel olurlar. Sera gazları olmasaydı, yeryüzünün ortalama sıcaklığı -18°C civarında olurdu. Atmosferin ışığı geçirme ve ısıyı tutma özelliği suların sıcaklığını dengede tutuyor; nehirlerin ve okyanusların donmasına engel oluyor; işte atmosferin bu etkileşimine sera etkisi adı verilmekte.
Fosil yakıtlar, hızlı tarım uygulamaları ve toprak kullanımı gibi iklim değişikliğine hız kazandıran faktörler ilk sırada yer alıyor. Sera gazlarının son 800 bin yılda en yüksek seviyeye ulaşması nedeniyle iklim artık canlıların yaşayamayacağı ölçüde değişmekte. Kömür, petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtların yoğun biçimdeki kullanımı, atmosferdeki karbondioksit gibi sera gazlarının yoğunluğunu hızla arttırmakta. Diğer bir tehdit ise çiftlik hayvanları. Dünyadaki sera gazı emisyonlarının en az %15’inin kaynağının hayvan yetiştiriciliği olduğunu gösteriyor. Hayvanların sindirimi atmosferdeki metan gazı salınımına neden olurken, gübre üretimi de karbondioksit yayıyor. Hayvanların üretim, ulaşım ve dağıtım gibi lojistik süreçlerinde de önemli ölçüde fosil yakıt kullanımı çevre için bir sorun. Bu hayvanların yem üretimini sağlamak için soya tarımı yapılıyor ve bunun için de ormanlık araziler yok ediliyor. Et üretimi aynı zamanda su tüketimi ile de yakından ilişkili. 500 gram inek eti üretimi için ortalama 7 bin litre su kullanılması gerek. Bu sayı buğday ve pirinç üretimi için kullanılan su miktarının tam 10 katı.
Fosil yakıtlar arasında atmosferi en olumsuz etkileyen kömür ise bayrağı elinde taşıyor. Küresel birincil enerji talebinin %27’si kömürden karşılanmakta. Enerji kaynaklı sera gazı emisyonlarının %43’ü ise yine kömür kaynaklı. Kömürü %36’lık bir oranla petrol ondan sonra da %20 ile doğalgaz takip etmekte.
Enerji Verimliliği ve Daha Çok Orman
Peki iklim değişikliğinin beraberinde getirdiği küresel ısınma için ne yapmalı? Ekolojik açıdan alınması gereken ilk önlem tabi ki enerji verimliliği. WWF (World Wide Fund for Nature) tarafından yayınlanan Enerji Raporu’na göre 2050 yılında küresel enerji talebi, küresel üretim projeksiyonlarında herhangi bir azalma olmaksızın 2005 yılına göre %15 düşürülebilir ve 2050 yılında küresel enerji talebinin neredeyse tümü yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanabilir. Sera gazı emisyonlarının %17’si ormansızlaşmadan kaynaklanmakta. Orman kaybını önlemenin yanı sıra gidişatı tam aksi yöne çevirmek, iklim değişikliğini olumlu yönde etkileyecek ilerlemelerin başında yer alıyor.
Küresel ısınmanın etkileri arasında şimdilik en görülür olanı sıcaklıklardaki artış. Ama bu durum maalesef beraberinde kuraklık, seller ve şiddetli kasırgalar gibi korkutucu sonuçlar doğuruyor. Okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanus asit seviyelerinin yükselmesi ve deniz canlılarının bu asit oranında yaşamlarını sürdürememesine neden olacak. Buzulların erimesi ve kuraklıklar; hayvanlar, bitkiler ve ekosistemleri için ciddi ölçüde tehdit oluşturuyor.
İklim Değişikliği – İnsan Hakları İlişkisi
İklim değişikliği özellikle bazı ülkelerde ve toplumun bazı kesimlerinde daha fazla tehdit oluşturuyor. Örneğin geçimini tarım yaparak sağlayan ve kıyı kesimlerde yaşayan topluluklar bu tehlikeyle daha çok yüzleşmek zorunda. Bunun yanı sıra dezavantajlı ve ayrımcılığa maruz kalan topluluklar, iklim değişikliklerinin zorluklarını daha çok yaşamakta. Küçük ada ülkeleri ve az gelişmiş ülkeler için durum kritik çünkü şiddetli seller ve fırtınalar yaşam alanlarına önemli ölçüde zarar vermekte. Dünyanın en yoksul toplulukları yaşamlarını sürdürebilmek için tarıma bel bağlamış durumda. İklim krizinin beraberinde getirmiş olduğu kuraklık ve seller tarımsal üretimi neredeyse tamamen engelliyor.
İklim değişikliğinin önüne geçilmediği takdirde en temel haklarımız olan barınma, sağlık, güvenlik ve temizlik gibi insani ihtiyaçlarımızı da tehdit etmekte. Fırtınalar, seller ve orman yangınları gibi şiddetli olaylar özgürce ve güvenli bir biçimde yaşama hakkımızı elimizden alıyor. Örneğin 2013 yılında Filipinler’de meydana gelen Yolanda Tayfunu, 10 bin kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Yoksul bölgelerde gıda üretiminin azalması sonucunda yetersiz beslenme ve gıda, su ve vektörlerle bulaşan hastalıkların artması, sağlıklı yaşam hakkını tehdit eden örneklerden. Kar ve buz erimesi, yağış miktarının azalması, artan sıcaklıklar ve yükselen deniz seviyeleri gibi çeşitli unsurlar, su kaynaklarının niteliğini ve niceliğini negatif yönde etkilemekte. İklim kriziyle artan kuraklık yüzünden zaten milyonlarca insanın ulaşamadığı temiz suya erişimin daha da zorlaşacağı bekleniyor.
Paris İklim Anlaşması’nın Önemi
İklim krizi ile mücadelede, hiçbir ülkenin artık tek başına kurtulması mümkün değil dolayısıyla tüm dünya en hızlı şekilde bir araya gelerek birlikte hareket etmeli. Bu birlik için en önemli gelişme ise Paris İklim Anlaşması. Sera gazı salınımının küresel seviyede azalma eğilimine geçirilmesi, her türlü olanağını kullanarak sera gazı salınımını azaltacak her türlü önlemin kısa sürede devreye alınması, küresel sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2 derecenin altında kalmasının sağlanması amaçlanan Paris İklim Anlaşması, 197 ülke tarafından imzalandı. Dünya’nın en büyük 20 ekonomisi arasında yer alan Türkiye’nin de Paris Anlaşması’na dahil olarak; güçlü bir emisyon azaltım hedefi ortaya koyması ve kömürden çıkışı önceliklendiren bütüncül bir politika çerçevesinde iklim krizi ile mücadelede kararlılık sergilemesi bekleniyor.
Çünkü küresel iklim değişikliği tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’yi de önemli ölçüde tehdit ediyor. Akdeniz Havzası’nda gerçekleşecek olan 2°C’lik artış Türkiye’yi sıcak hava dalgaları, orman yangınları, kuraklık ve buna bağlı olarak biyoçeşitliliğin azalması gibi sonuçlar sonrası turizm gelirlerinde azalma ve tarımsal kayıplar gibi senaryolar ile yüzleştiriyor.
İklim değişikliğinin getirdiği felaketler nedeniyle bir sonraki neslin yaşam mücadelesi vermemesi için artık hepimizin sorması gereken çok soru ve devletlerin alması gereken büyük kararlar var. Enerji sektörünün dönüşümü ve iklim değişikliğinde tam mücadele, gelecek nesillerin ve tüm dünyadaki canlıların yaşamının sürdürülebilirliğinin bugünkü belgesi olacak.