Ruhunun Diğer Yarısını Bulana Kadar ”Sarıl”

Kelimelerimizin yetmediği, karşımızdakine nasıl hissettiğimiz konusunda dilsiz kaldığımız zamanlarımız olur. Güven, mutluluk, huzur, hüzün, heyecan… Duygularımızı yansıtmanın en kolay yolu sarılmak oluyor. Peki, sarılmak neden bu kadar önemli?

Evrende, birlikte yaşamak zorunda olan tek canlı insanoğludur. Yeme, içme, barınma gibi temel ihtiyaçlarının yanı sıra; sevme, saygı görme, beğenilme gibi sosyal ihtiyaçları da vardır. Bazen herkesten uzakta tek başına kalıp yaşamak istediğimiz zamanlar olmadı mı hepimizin? Elbette olmuştur ancak; insan sosyal bir varlıktır ve beraber yaşamak üzerine programlanmıştır. En ilkel yaşam şekli olarak gördüğümüz kabilelerde bile kişiler beraberlik, dayanışma ve sevgi içinde yaşarlar. Peki, eğer insan sosyal bir canlıysa ve doğadaki canlı-cansız tüm varlıklara karşı içinde duygu barındırıyorsa, bunu göstermesinin en kolay yolu nedir? Bazen bir mimik, bazen bir bakış, bazen bir söz diyebilirsiniz. Duyguları ifade etmenin en kolay yöntemi sarılmaktır bence.

Sarılmak… TDK anlamı “kollarını dolamak, kucaklamak olsa da, sarılma eylemini bu kadar basite indirgememek gerekiyor; çünkü birine ya da şeye sarıldığınızda önce kalbinizle sarılırsınız, sonra kollar harekete geçer. Sarıldığımızda duygularımız canlanır ve karşımızdaki kişi ile aynı duyguyu hissetmeye başlarız. Onun enerjisini kendimizde hisseder mutluluğunu katlar, acısını hafifletiriz. Diğer bir deyişle; birine sarıldığımızda karşımızdaki kişiyle frekanslarımız eşleşir ve duygularımız biyolojimize uyum sağlayıp sakinleşir. Efsaneye göre; Tanrı Zeus insanları dört kollu, dört bacaklı ve sırtlarından birbirlerine yapışık vaziyette yaratmış. İnsanlar bu hallerinden gayet mutlu bir şekilde yaşarken Tanrıları olan Zeus’a şükretmeyi unuturlar. Zeus bu duruma çok sinirlenir ve halkına bir ceza vermeye karar verir. Bakanların gözlerini kamaştıracak keskinlikte bir bıçakla, kendisini unutan bu kişileri tam ortadan ikiye ayırır. Sadece vücutları değil, ruhları da ayrılan bu insanlar kendi parçalarını kaybetmişler. Zeus, onları kendi parçalarından eksik yaşamakla lanetler. Kendi parçalarını arayan kişiler de bütün hayatları boyunca her gördüğü kişiye sarılıp, kendinde eksik olan parçayı bulmaya çalışmış. Belki de bu yüzden birine sarıldığımızda o olmak isteriz.

Sarılmanın gücü ve güzelliği pek çok şairin, yazarın kalemine konu olmuştur. Aziz Nesin’den Özdemir Asaf’a, Nazım Hikmet’ten Can Yücel’e kadar tanınmış yazarlar dizelerinde yer vermiştir sarılmaya. Sarılmak sadece bir eylem değil demiştik, sarılmanın psikolojik ve bilimsel olarak iyileştirici bir gücü de var. Kişiler birbirine sarıldığı zaman vücutta oksitosin ve seratonin salgılanmaya başlar. Kişinin kendisini mutlu hissetmesine sağlayan seratoninin yanı sıra, oksitosin genellikle anne ve yeni doğan çocuğu arasında doğumla birlikte başlayan güven ve koruma içgüdüsünün oluşmasını sağlayan bir salgıdır. Oksitosin, yeni doğum yapan kadınlarda çocuğu sahiplenme ve içselleştirmeye yararken, birine sarıldığımızda ise, daha pozitif ve güvende hissetmemize neden oluyor. Oksitosin hormonu acı eşiğini yükseltir ve acının azalmasını sağlar. Kişi bu hormon sayesinde daha olumlu düşünmeye başlar ve stres ve kaygıdan uzaklaşır. Araştırmalar oksitosin hormonunun kalp hastalıklarına yakalanma riskini de azalttığını göstermiştir. 2009 yılında Amerikan Psikosomatik Derneği’nde yapılan bir araştırmaya göre, eşleri ile stresli ve önemli bir konu hakkında konuşacak çiftlerin birbirlerine bu konuşmayı yapmadan önce 20 saniye boyunca sarılması sonucunda, kaygı seviyesinin düştüğünü ve kalp atım hızlarının normale döndüğü gözlemlenmiştir. Sadece dokunarak salgılanan oksitonin hormonunun eksikliğinde ise; kendini beğenme, güvensizlik, toplumdan uzaklaşma, psikolojik rahatsızlıklar v.s görülür.

Sarılmak güvenmektir, inanmaktır. Şairin de dediği gibi; sarıldığımızda göğsümüzün sağ tarafı karşımızdakinin kalbiyle buluşur, bir oluruz. Belki de o yüzdendir, dikkat ederseniz yeni doğan bir bebeği kucağımıza verdiklerinde genelde sol tarafımıza yatırırız bebeği. Bebek kalp atışlarımızı duyar ve hem işitsel hem tensel bir iletişim kurarız onunla. 90’lar çocuklarının izlediği Teletabiler sarılmanın öneminin en kestirme örneği belki de. Üzüldüklerinde veya sevindiklerine birbirlerine sıkı sıkı sarılırlardı. Sarılmak, sadece bir insana sarılmak olarak da anlamlandırılmamalı: Bir yazar için kalemi, bir şarkıcı için mikrofonu, bir oyuncu için sahnesi, bir futbolcu için kramponları… Sizin için değerli olan neyse, sizi yaşıyor hissettiren şey neyse, ona doyasıya sarılmak istersiniz. Hatta bazen öyle olur ki; yıldızları, gökyüzünü, ayı kucaklamak isteriz; çünkü o olmak isteriz ya da onun yanında olmak isteriz. İçimiz içimize sığmaz bazen, bir kuşun kanadına sarılıp uçmak isteriz; bazen hiçbir şey yapmak istemeyiz yastığa yorgana sarılıp yatmak isteriz.

Peki, insan sizce bazen neden hiç tanımadığı birine karşı bile durdurulamaz şekilde bir sarılma hissi duyar? Tanıdığımız birine sarılırken, ona güveniriz, zarar gelmeyeceğini biliriz ve acısını/ mutluluğunu paylaşmak isteriz. Oysa tanımadığınız ağlayan bir kadın, yaşlı bir adam, şampiyon bir sporcu, başarılı bir öğrenci, yeni doğmuş bir bebek gördüğünüzde de sarılmak istersiniz değil mi? Bunun nedenini belki de en güzel ünlü yazar Paulo Coelho Elif adlı kitabında kaleme almış: “Sarılmanın anlamı şudur; sende bir tehlike sezmiyorum, yanında olmaktan korkmuyorum, rahatlayabilir, kendimi yuvamda hissedebilirim, beni koruyan ve anlayan birisi var. Bizde birine isteyerek sarıldığımızda ömrünün bir gün uzadığına inanılır.”

Her yıl 21 Ocak’ta Dünya Sarılma Günü olarak kutlandığını biliyor muydunuz? 21 Ocak 1986 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Michigan Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğrencisi Kevin Zaborney’in, sarılmanın insan psikolojisi üzerindeki olumlu etkilerinin araştırılmasından yola çıkarak ortaya attığı fikir, orada yaşayan bir papaz tarafından bir etkinliğe dönüştürülüyor ve gelenekselleşerek dünyaya yayılıyor. Dünyanın pek çok yerinde insanlar 21 Ocak’ta sarılarak, dokunarak birbirlerine pek çok duyguyu geçirmeye çalışıyor.

Hayat koşuşturmacasına kapılıp sevdiklerimizi ihmal ediyoruz. Özellikle pandemi ile birlikte artık sarılma çoğumuzun hayatında çıktı bile denilebilir ancak; sevdiklerimize duygularımızı göstermenin bedava reçetesi sarılmak. Hayat, duygularınızı göstermemeniz için çok kısa… Seviyorsanız sarılın, üzgünseniz sarılın, mutluysanız sarılın… Çünkü sarılmak bir eylem değil, devrimdir.

 

Bu yazımız ilginizi çektiyse  ”Dünya’daki Eşitsizliğe Kulak Tıkamayın! Kız Çocukları Kapınızı Çalıyor” yazımızı da buradan okuyabilirsiniz.

Ebru Buyukkaya

1990 yılında Istanbulda doğdu. Kocaeli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünü bitirdi. Küçük yaştan beri yazmaya ve okumaya büyük bir merak ve ilgi duyması nedeniyle kendini bu alanda geliştirmeye yöneldi . Halen digital platformlara ve dergilere yazmanın yanı sıra, kendini geliştirmeye de devam etmektedir.

Henüz yorum yok

Bir yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BİZİ TAKİP EDİN