Edebiyat ve Sinema Tarihinin En Çarpıcı, Duyarlı ve de Gerçek Hikayesi; Alexis Zorba..!

‘Herkes kendi yolunu izler. Kiraz vermiyor diye incir ağacını azarladığın oldu mu hiç? Öyleyse sus..!’

Nikos Kazancakis’in ölümsüz eseri Zorba’nın kilit sözlerinden biridir bu. Her insanın kendine has özelliğini güzel bir doğa betimlemesi ile bizlere aktarır. İnsanoğlunun doyumsuzluğunu, her şeyi birden istemesinin absürdlüğünü ve imkansızlığını; insanın sınırlarının yaradılışından gelen özelliklerinde saklı olduğunu vurur yüzümüze. Peki kimdir bu Zorba ?

Zorba ‘insan kendini yalnızca insanda tanır’ sözünün bize bir yansımasıdır; gaddardır ama merhametlidir de, arsızdır ama bir o kadar da kapalı bir kutudur, yaralarını herkesten sakladığı, sadece zaman zaman çaldığı santurisine söylediği notalardan oluşan acıları vardır. İnatçıdır ama boş vermişin de biridir. Damarlarında gençlik iksiri gezinen bir yaşlıdır; yaşlılara özgü bilgeliğin genç söylemcisidir. Aşçıdır, mimardır, çapkındır ama kendisine aşık yaşlı bir kadını kırmayarak onunla evlenecek kadar da sadıktır.

Savaşıp yakıp yıkacak kadar cahildir; tüm bunların yalnızca Rum, Bulgar ve Türklere zarar verdiğini idrak edecek kadar akıllıdır. Bu yüzden belki de dini, ırkı, vatanı yoktur. Başarısızdır ama mutludur; parasızdır ama istediği her şeye sahiptir. Bu yönüyle de bizlere verdiği bir çok mesaj vardır. İnsan istemeyerek şu soruyu sorar kendine;

”Mutlu olmak için neye ihtiyacım var?”

Zorba 20. yüzyıl karakterleri arasında egosunu alt etmeyi başarabilmiş, insanlara her ne olursa olsunlar önce insan olmanın önemini anlatan, yaşam tılsımını bize aşılayan en önemli figürdür. Bu nedenle de yerel hikayesinden kopup evrensel bir kimlik oluşturur. Bir Türk’e, bir İtalyan’a ya da bir Japon’a aynı yerden dokunabilmesinin, hitap edebilmesinin sırrı budur. Onu bize bu kadar yakın hissettiren özellikleri;  patavatsızca da olsa dürüstlüğü, herkesin düşündüğü ama kendine sakladığı fikirleri pervasızca söylemesi, samimiyeti, iyi niyeti ve tüm bunlarla evimizden biri kadar doğal bir dilin kelimeleri aracılığı ile bizlerle konuşmasıdır. Alexis Zorba olmanın sınırlarını böylece aşar, bambaşka coğrafyalarda bambaşka hikayelere, yaşamlara böylece dokunur ve bir çok yeni hikayeye de ilham kaynağı olur.

İnsanoğlunda bulunan tüm tezatları bünyesinde toplaması ve bizlere bunun armonisini yaşatması ile hepimiz Zorba’da kendimize ait bir huy, bir söylem, bir çıkış, bir bakış yakalarız. Rüzgarın estiği yöne hiç karşılık vermeden gitmesi, bu sayede Amerika’ya kadar gitmiş, bir çok tecrübe edinmiş biri olması da onu ayrıca çekici bir karakter yapar; döneminin asi olmayan ama yaşama kendini kaptıran, katılan, maceraya atılan farklı bir örneğidir.
Her başarılı hikaye gibi bu kitap da filme çekilir ve bence dünya sinemasının yapı taşlarından biri olan bir klasik çıkar ortaya. Anthony Quinn yeteneğinin üzerine çıkar; bir oyuncudan ziyade Alexis Zorba olur yaşamının bir parçasında. İfadelerinde kitapta can çekişen nice duygu hayat bulur; acı sonuna kadar acıdır, hayal kırıklığı bir şapkasını alıp gidişi ile bile bize yansıyabilir, sevinci bir çocuğunki kadar berrak ve coşkulu, doğallığı cümle insan-ı mahlukatı kıskandırabilecek denli güçlü ve nettir.

Kitap, filmin başarısı sayesinde görsel ölümsüzlüğüne kavuşur. Artık Alexis Zorba Anthony Quinn’in yan bakışlarında, fütursuz kahkahalarında, abartılı centilmenliğinde, santurisini çaldıktan sonraki gözyaşlarında ve muhteşem dansında yaşayacak, herkes, tüm dünya onu bu imgelemle tanıyıp, anımsayacaktır. Hayal gücümüzün artık başka bir Zorba silüetini kabul etmesi imkansızdır.

Bir türlü içinden geleni yapması konusunda ikna edemediği arkadaşına kızıp ‘sağır bir adamın kapısı ömür boyu çalınsa ne farkeder ki’ diye hayıflanır ve trajik gerçeği tüm ruhuyla kucaklamış bir derviş edasıyla ‘hey zavallı hey, hepimiz kardeşiz be, hepimiz kurtların yiyeceği etiz’ der. Meşhur dansı ile noktalar hikayesini. Ve Mikis Theodorakis’in muhteşem müziği ile devleşir.

Herkesin yaşamına bir dönem girmiş ve girecek olan bir hikayeyi anlatmak istedim, ister kitabı, ister filmi, isterse müziği ile… Yaşamı anlamak için nasılsa yolunuz bir gün Zorba’ya çıkacaktır. İhtiyacınız olduğunda o sizi Girit’in Hanya Köyü’nün sahilinde hikayesini anlatmak için bekliyor olacaktır… 

Bu makale ilginizi çektiyse; yazarımızın kaleminden ”Azrail’i Beklerken” film incelemesi yazımızı buradan okuyabilirsiniz.

Yine farklı olarak kültür-sanat film incelemelerimizden ”12 Öfkeli Adam” yazımızı buradan okuyabilirisiniz. 

Ceyla Alkan

1987 Manisa doğumluyum. Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunuyum. Turizm sektöründe çalışıyorum. Yazmanın en zengin ifade ediş biçimi olduğuna inanıyorum ve düşüncelerin en güzel dışavurumu olduğu kanaatindeyim. Hikayelerden bağımsız olarak makaleler, eleştiriler ve kişisel yazılar da yazıyorum. Yazılarımın eninde sonunda ölümün elinden kurtulacak bir imza olması adına elimden geldiğince yayınlayıp paylaşarak bu aktarımı sağlamaya çalışıyorum. Çünkü bence tarihe not düşmenin, yaşama iz bırakmanın en kısa ve en kesin yolu yazmak ve bu yazıları birilerine ulaştırmaktır.

1 Comment

Bir yorum bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

BİZİ TAKİP EDİN